Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Kara Ölüm: Ortaçağ Avrupası’nda Dehşet ve Ölüm Saçan Veba

Veba, insanlık tarihinin en ünlü ve korkulan hastalığıdır. Avrupa'da yüzyıllar boyunca milyonlarca insanı öldüren bu illet, sanılanın aksine, tüm bilimsel gelişmelere rağmen  insanlık için bir sorun olmaya devam etmekte.

0 1.952

Geçtiğimiz aylarda, ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki sağlık yetkilileri, iki veba vakası bildirdiler. Colorado eyaletinde de iki kişi hastalıktan hayatını kaybetti. Yetmezmiş gibi, iki sincabın da vebadan öldüğü tespit edildikten sonra Kaliforniya’daki Yosemite Milli Parkı’nın Tuolumne Meadows kampları kapatılmak zorunda kaldı.

Veba, insanlık tarihinin en ünlü ve korkulan hastalığıdır. Avrupa’da yüzyıllar boyunca milyonlarca insanı öldüren bu illet, sanılanın aksine, tüm bilimsel gelişmelere rağmen  insanlık için bir sorun olmaya devam etmektedir.

Vebanın Ortaçağ Avrupası’ndaki Kökenleri

1346 ve 1347 yılları arasında patlak veren Avrupa tarihinin en büyük veba salgını, on sekizinci yüzyıla kadar etkili olmaya devam etti.

Vebanın toplum üzerindeki etkisi iki yönden dehşet vericiydi. Bir yandan nedeni belirsizdi, çoğunlukla ölümle sonuçlanıyordu ve tedavi yöntemleri faydasızdı. Diğer yandan ise, sadece açlık çeken fakir kesimi değil, toplumun üst sınıflarını da eşit derecede etkileyen bir hastalıktı.

Orta Çağ’da vebanın sebebine ilişkin çeşitli yorumlar olsa da, bunun insanlığın günahlarına karşılık tanrının bir gazabı olduğuna dair ortak bir kanı mevcuttu. Bazıları vebanın hasta insanlardan yükselen kötü dumanlardan bulaştığına inanıyor, bazıları astrolojik bir temeli olduğunu, bazılarıysa volkanik patlamalar ve depremler sırasında çıkan toksik gazların salınmından kaynaklandığını iddia ediyordu.

Bugün, on dördüncü yüzyılın ortalarındaki Kara Ölüm’ün başlangıç noktasının Kırım Yarımadası’ndaki Kefe (Feodosia) şehri olduğunu biliyoruz. 1346 yılında Kefe, vebaya yakalanmış olan Moğol ordusu tarafından kuşatılmıştı. Tarih gösteriyor ki, hastalığın Avrupa’da yayılmasının suçlusu olarak vebadan ölen askerlerini mancınıkla  şehrin içerisine fırlatan Moğolları gösterebiliriz. Kefe’de yaşayan Cenevizli tüccarlar salgınının farkına varıp Avrupa’ya kaçtıklarında – hastalığı da beraberlerinde taşıyarak – ilk durakları Sicilya adası olacaktı.

Veba Belirtileri Sicilya’yı Aşıyor ve Yayılmaya Başlıyor

Sicilya’nın Messina şehri sakinleri için deniz, yaşamın, çalışmanın ve servetin  simgesiydi, ta ki cesetlerle ve ağır hastalarla dolu Ceneviz gemileri Karadeniz’den gelip kıyılarına ulaşıncaya kadar. Sicilyalılar tehditin büyüklüğünü çabuk farkettiler. Bu gelen sıradan bir hastalık değildi; korkunç, acılar çektiren, dayanılmaz ateşlere neden olan bir şeydi.

Hastalık önce öksürük, ateş ve titreme ile başlıyor, daha sonra vücut sıcaklığında büyük bir artış, boyun veya kasıkta portakal kadar şişen lenf bezleri ve kan basıncında hızlı bir düşüş ile devam ediyor, sonunda çoklu organ yetmezliği, damarların genişlemesi ve şiddetli kanamalara yol açıyordu. Bu korkunç semptomların yanı sıra, Messina halkı, aralarında hızla yayılan bu yeni hastalığın son derece bulaşıcı olduğunu da farketti. Hayatta kalabilen azınlık bir mucize için dualar ediyordu. Hâlâ yürüyebilecek durumda olanlar Katanya’ya kaçıp kendilerini vebanın pençesinden kurtarması için Aziz Agatha’ya yalvarıyordu. Fakat beklenen mucize gerçekleşmedi ve veba adanın her tarafına büyük bir hızla yayıldı. Bu sırada İtalyan yarımadasına demirleyen diğer Ceneviz gemileri vebayı kıta boyunca yaymaya başlamıştı.

Bubonik  (Hıyarcıklı) Veba’nın Taşınması ve Yayılması

Hıyarcıklı vebanın tekneler ve kervanlardaki enfekte insanlar, sıçanlar ve pireler yoluyla yayıldığı bilinmektedir. Büyük ticaret şehirleri, ana ulaşım merkezleri oldukları için vebanın da deniz yolu ve kara yolu ile yayılmasını sağlayan merkezlerdi. Bugünün mevcut verileriyle biliyoruz ki, yayılma hızı deniz yoluyla günde 48 kilometre, kara yoluyla ise günde 0,5 ila 2 kilometre arasındaydı.

Birçok insan kırsal bölgelere kaçtıysa da, gerçekte şehirler daha güvenliydi. Çünkü daha yüksek yoğunluklu nüfusta bulaşıcı hastalıkların ilerlemesi daha yavaştır. Bu tür kaçışlar sadece hastalığın daha fazla yayılmasına yol açmış oldu.

Avrupa’da hıyarcıklı vebanın neden olduğu ölüm oranının muhtemelen %60’a yakın olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin İber Yarımadası’ndaki veriler nüfusun 6 milyondan 2,5 milyona düştüğünü göstermekte, Güney Fransa’daki kayıtlar % 55 ila % 70 arasında bir ölüm oranını doğrulamaktadır. Bu yüzdeler, İngiliz ruhban sınıfının ölüm oranlarıyla da örtüşmekteydi. Toskana’da nüfusun yaklaşık% 60’ı vebadan hayatını kaybederken, Floransa’nın 90.000’den fazla olan nüfusu 60.000’e gerilemişti. 1346 yılında Avrupa’da yaşamakta olan 80 milyon insandan, yedi yıl sonra yani 1353’te geriye kalan sadece 30 milyondu.

Bilimin, vebanın doğaüstü kökenli olduğu inancını ortadan kaldırması on dokuzuncu yüzyılı buldu. Küresel çapta bir pandemi korkusu, hastalığın Asya’nın geniş topraklarına da yayıldığının ortaya çıkmasından sonraki dört yüzyıl boyunca (hatta daha da uzun) devam etti.

Hıyarcıklı Veba’nın Arkasındaki Ölümcül Bakteriler

Öte yandan aynı korku, bilim insanlarını vebanın kökenlerini araştırmaya itti. İki bakteriyolog, Kitabato ve Yersin, birbirlerinden bağımsız olarak (ancak pratikte paralelde) 1894’te vebanın gerçek nedeninin Yersinia pestis bakterisi (Yersin’in onuruna ismi verilmiştir) olduğunu keşfetti.

Yersinia pestis, siyah sıçanlarda ve diğer kemirgenlerde bulunuyordu ve bu hayvanların içinde ya da üstünde yaşayan parazitler, özellikle de pireler tarafından taşınıyordu. Yani veba hayvandan insana geçen (zoonoz) bir hastalıktı. Bu, vebanın yayılmasının neden bu kadar hızlı ve kolay olduğunu açıklıyordu, çünkü sıçanlar ve insanlar bir arada yaşamakta, ahırları, değirmenleri, yolları ve barınakları paylaşmakta, teknelerde birlikte seyahat etmekteydiler.

Her iki bakteriyolog da, bakterilerin ilk semptomların kurbanlarda ortaya çıkmasından önce 16 ila 23 gün boyunca evlerde yaşadığını keşfetmişti. İlk ölümlerin gerçekleşmesi üç ila beş gün daha sürüyordu. Toplumun, karşı karşıya oldukları sorunun ciddiyetini kavraması ise ortalama bir hafta daha sürüyordu.

Kedisiz Ortaçağ Toplumu

İlgili Yazılar

Veba Avrupa’yı vurduğu sırada, kıtanın bir dizi kötü hasat ve aşırı nüfus nedeniyle çöken feodal sistemden kaynaklı derin bir ekonomik krizden geçmekte olduğunu da hatırda tutmak gerekir.

Ortaçağ Avrupası’nda siyah sıçanın en önemli avcılarından biri, antik Mısırlılar tarafından evcilleştirilen ve kıtaya MÖ dokuzuncu yüzyılda Fenikeliler tarafından getirilen kedi idi. O zamandan beri kediler insanlarla yaşamakta, sıçanları ve diğer kemirgenleri uzak tutmakta önemli rol oynamaktaydılar. Fakat MS 12. yüzyılda her şey değişti.

Güney Fransa’da on ikinci yüzyılın sonlarında, dini mahkemeler tarafından sapkınlık ve büyücülükle mücadele etmek için kurulan “İlk Engizisyon” bulunuyordu. Bu zamanlarda kediler, bağımsız doğaları ve olağanüstü koşullarda hayatta kalma yetenekleri nedeniyle şüpheli hayvanlar olarak görülmeye başlandı. Sonra yavaş yavaş cadılarla ve büyücülük ile ilişkilendirildiler. Halk, bu şeytani özelliklerle ilişkilendirdikleri kedilerden korkmaya başladı.

“Kötü” kara kedileri kınamak için ilk adım on üçüncü yüzyılın başlarında Papa Gregory IX tarafından atılmış, “Vox in Rama” hükümlerinde “Göklerden düşmüş olan kötü kara kedi, insanoğluna mutsuzluk getirmiştir”  denmiştir. Böylelikle halk kedileri, özellikle de siyah olanları yok etmenin daha güvenli olduğuna inanmaya başlamıştı.

Çeşitli batıl inanışlar ve dini kararlar, zamanla, Avrupa’nın birçok yerinde kedilerin yaygın bir şekilde öldürülmesine yol açmıştı. Bir kaç farklı kaynağa göre, öldürülen kedi sayısı yaklaşık 200.000’i bulmuştu.  Bu imhanın sonucu, kemirgenlerin, özellikle de ölümcül “Kara Veba”nın başlıca taşıyıcısı siyah sıçanın hızla çoğalması olmuştu.

Veba: Çeşitleri, Belirtileri ve Sonuçları

Veba, Yersinia pestis bakterisinin neden olduğu ciddi ve ölümcül bir bakteriyel enfeksiyondur. Kemirgenler genellikle hastalığı üzerilerindeki pireler yoluyla taşır ve yayar. İnsanlar, hastalığa bakteriyi taşıyan bir pire tarafından ısırıldıklarında, bazı istisnai durumlarda da enfekte bir hayvana temas ederek yakalanırlar.

Pnömonik veba adı verilen akciğer enfeksiyonu, hastalıklı kişi öksürdüğünde bakterileri taşıyan mikroskobik damlacıklar başka bir kişi tarafından solunduğunda bir insandan diğerine geçebilir.

Veba neredeyse her yerde ortaya çıkabilir. Bazı akademisyenler, Afrika, Asya ve Güney Amerika’da hala bir veba olasılığının olduğuna inanıyorlar. Yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen veba vakaları bile mevcut.

Enfeksiyon ve belirtilerin başlaması arasındaki ortalama süre yaklaşık 2 ila 8 gündür, ancak pnömonik veba durumunda bu süre sadece bir gün olabilir. Vebanın en yaygın üç formu bubonik (hıyarcıklı) veba, pnömonik veba ve septisemik vebadır.

Hıyarcıklı veba, lenf düğümlerinin bir enfeksiyonudur. Belirtileri genellikle bakteriye maruz kaldıktan 2-5 gün sonra aniden ortaya çıkar. Başlıca belirtileri titreme, ateş, halsizlik, baş ağrısı, kas ağrısı, nöbetler ve koltuk altı veya boyunda kabarcık (ağrılı şişmiş lenf düğümleri) oluşumudur.

Pnömonik veba bir akciğer enfeksiyonudur ve belirtileri aniden, maruz kaldıktan sonraki 2-3 gün içinde ortaya çıkar. Belirtileri arasında şiddetli öksürük, nefes almada zorluk, kanlı veya kanlı mukuslu öksürme ve derin nefes alırken göğüs ağrısı sayılabilir.

Kan enfeksiyonu olan septisemik veba, belirti göstermeden bile ölüme neden olabilir. Belirtiler ortaya çıkarsa bunlar sıklıkla karın ağrısı, pıhtılaşmama kaynaklı kanama, ishal, ateş, bulantı ve kusma şeklinde görülür.

Vebaya yakalanan kişilerin derhal tedaviye ihtiyacı vardır, ilk belirtilerin başlamasından sonraki 24 saat içinde tedaviye başlanmazsa hasta muhtemelen kaybedilecektir. Hastalıkla savaşmak için bugün streptomisin, gentamisin, doksisiklin veya siprofloksasin gibi antibiyotikler kullanılmaktadır. Oksijen, entravenöz (damar içi) sıvılar ve solunum desteği de sıklıkla gereklidir.

Ayrıca, pnömonik vebalı hastalar, bakıcılardan ve diğer hastalardan izole edilmelidir, onlarla teması olan kişiler yakından izlenmeli ve önleyici bir önlem olarak antibiyotik almalıdır.

Ya Suçlu Siyah Sıçan Değilse?

Oslo Üniversitesi’nden bir araştırmacı olan Nils Stenseth’in yeni bir araştırmasının bulgularına göre, veba tarihinin bir kısmını yeniden yazmamız gerekebilir, çünkü siyah sıçanlar Avrupa’da bubonik vebanın patlak vermesinden sorumlu olmayabilir. Çalışmayı gerçekleştiren araştırma ekibine göre, tekrarlanan veba salgınlarına başka bir kemirgen neden olmuştu: Asya kökenli bir kemirgen olan gerbil (Gerbillinae).

Veba salgınının en ağır yaşandığı Avrupa’daki ağaç halkalarını karşılaştırdıktan sonra, sıçanların suçlu olması için hava koşullarının uygun olmadığı kaydedildi. Ekip raporlarında şunları yazdı: “Orta Asya’da gerbiller ve pire için iyi koşullar olduğunu gösterdik. Bakteriler bir kaç yıl sonra Avrupa liman kentlerinde ortaya çıktı ve daha sonra kıtada genişledi. Bunun için çok yağışlı olmayan kuru (ama çok kuru değil) ılık yazlar gereklidir. İklim endeksinin geniş yelpazesine baktık ve ateşin başlaması ile iklim arasında hiçbir ilişki görmedik.” Ekip, Asya’daki özel hava koşullarının, hastalığın gerçek yayıcıları olduğunu iddia ettikleri gerbil popülasyonunda artışa neden olabileceğine inanıyor.

Stenseth’in ekibi şimdi eski Avrupalı iskeletlerinden elde edilen veba bakterilerinin DNA’sını analiz etmeyi planlıyor. Eğer genetik bilgi çok çeşitlilik gösterirse teorileri ispatlanabilir. Çünkü vebanın Asya’dan farklı dalgalar halinde geldiğini, böylelikle istila kaynağının tek bir sıçan türü değil farklı türler olduğunu gösterebilir.

Veba on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’dan silindi gitti ancak bugün bile dünya çapında hala vakalar görülmektedir.

Çeviri: Bora İşlier

Kaynak Ancient-Origins

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More