Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Orta Çağ Avrupa Kentleri Nasıl Gelişmeye Başladı?

Şehirlerde en yaygın görülen hastalık vebaydı. Korkunç veba salgını 14. Yüzyılın ortalarında Avrupa’da ortaya çıkmıştı. Hastalık Çin’den İtalyan tüccarlar aracılığı ile yayıldı. Veba dokunularak bulaşan bir hastalıktı.

0 5.569

Köyde yaşayanlarla karşılaştırıldığında, Orta Çağ döneminde şehirlerde yaşayan insanlar daha fazla hakka sahiptiler ve özgürlük statüsünün keyfini çıkarıyorlardı. Bu sebeple çoğu durumda köylüler kırsal alanlardan kentlere kaçmaya çalışmışlardı. Köylülerin köylerden kaçmalarını önlemek için 13. Yüzyılda bazı feodal beyler köylülere daha fazla hak vererek onları vergilerden kurtarmaya başladılar. Orta Çağ’ın sonunda, Kuzey İtalya’daki istisnalar hariç, halkların yüzde doksanından fazlası köylerde yaşıyordu.

Tipik Orta Çağ kenti, ana ekonomik şube olarak tarımsız bir ticaret merkeziydi. Her şehir, içinde Kont’un bulunduğu bir kaleye sahipti ve bu şehirler yerel bölgenin idari merkezini temsil ediyordu. Eğer şehirde tahta bir piskopos çıkarsa, şehir dini merkez konumuna gelirdi. Şehirdeki zanaatkârlar, nihai ürünlerinin bir bölümünü efendilerine vermek zorunda kalırlardı. Orta Çağ başlangıcında Asyalılar Avrupa topraklarına girmeye başladı. 9. Yüzyılda da Araplar Akdeniz kıyılarını kontrol altına aldı. 11. Yüzyılın ikinci yarısında Normanlar Sicilya’yı işgal ettiler ancak İtalyan şehirleri filolarıyla Sardunya ve Korsika’yı kurtarmayı başardı. Bu dönemde Avrupa kentleri Doğu ticaret merkezleri ile çok az bağlantıya sahipti.

Önemli ticaret yollarında ya da nehir geçişlerinde zanaatkârların eşyalarını getirip satabildikleri festivaller düzenlenirdi. Bu süre zarfında bazı zanaatkârlar evlerini bu ticaret noktalarının yakınlarına yaparlardı. Zanaatkârların bir kısmı da kaçmayı başardıktan ya da feodal beylerden özgürlük aldıktan sonra ikamet etmeye başladılar. Esnaf ve tüccarların ikamet ettiği yerleşimler, toplumda “özgür” statüsüne sahipti. Bu yerleşim yerleri mercatum (market) olarak belirlenmişti. Kendilerini saldırılardan korumak için esnaflar ve tüccarlar şehirlerine duvarlar ördüler ve 11. Yüzyıldan itibaren bu yerleşim merkezleri büyük ticaret merkezlerine dönüşmeye başladı. Vatandaşlar, çoğunlukla efendilerinin onlara verdiği hakları kullanmak zorunda kaldılar.

İlk önce adli makamlara hak kazandılar böylece şehirler adli özerklik elde etti. Daha sonra şehirlerdeki muhafızların organizasyonları ya da su temini gibi yönetim işlerine katılmak istediler. Son olarak, vatandaşlar iç ve dış politikanın kendi kendini yönetmesinde rol aldılar ve bu şekilde şehirler sözde şehir devletlerine (Antik Yunan’daki “polis” gibi) dönüştü. Bazı şehirlerde kısmi özerklik vardı. Zamanla, şehir büyükleri şehirlerin köylerden daha kârlı olduklarını fark ettiler ve köyleri kasabalara dönüştürdüler. Bunu yaptılar çünkü sözde “yeni şehirler”’ de mülki haklarını sattılar. Bu süreç tüm Orta Çağ Avrupa’da aynı değildi. Örneğin, Batı Avrupa şehirlerinin sakinleri bireysel olarak özgürdü çünkü Roma İmparatorluğu döneminde bazı haklar kazanmışlardı.

İlgili Yazılar

Batı Avrupa’daki yerleşimlerin çoğu kalelerin etrafında büyümeye başladı. Orta Çağ şehirlerinin inşası sırasında güvenliğe özellikle dikkat edildi. Şehir sakinleri gittikçe daha fazla duvar ördüler. Şehir surlarının etrafından güçlü bir savunma yapabilmek için yetkililer suyla dolu siperler kazdılar, böylece insanlar şehirlere girebilmek için asma köprülerden geçmek zorunda kaldılar. Kulelerin duvarları özellikle kalındı. Orta Çağ’da şehirler çoğunlukla yiyecek azlığı ve uzun süren kuşatmalardan dolayı saldırganların ellerine düşmüştü. Şehir kapıları yayalar ve atlılar için dar; arabalar için geniş yapılmıştı. Tipik bir Orta Çağ şehri iki veya ikiden fazla kapıya sahipti çünkü saldırganlar bir kapıdan girerse, savunucular öbür kapılardan kolaylıkla kaçabilirlerdi.

Her kasabanın en az bir gizli kapısı vardı. Şehirler, San Marco Cumhuriyeti (Venedik Cumhuriyeti) gibi koruyucu azizlere sahipti. Batı kapısının üstünde genellikle koruyucu aziz heykeli yer alır ve şehrin doğu kısmına freskler yerleştirilirdi. Şehrin etrafında bir banliyö bulunuyordu ve bu banliyö ancak daha ileriki zamanda duvarla kaplanabildi. Her şehir en önemli kurumların ve katedrallerin bulunduğu en az bir meydana sahip olmalıydı. Evler tahtadan daha sonraları ise taştan yapılmıştı. Surlardaki sıkışık alanlar nedeniyle evler dar ve yüksek inşa edilmişti. Londra’da 120 tane kilise varken Roma’dakiler birkaç yüzü buluyordu. Orta Çağ kasabalarında geceler çok karanlık olurdu, bu yüzden yetkililer güvenlik için geceleri meşale taşıyacak muhafızlar örgütledi. Eğer şehir deniz kıyısındaysa, yetkililer gemilerde silah bulunup bulunmadığına ya da geminin hastalığa yakalanmış bölgelerden gelip gelmediğine dikkat ediyorlardı. Bağımsız şehirlerin kendilerine ait darphaneleri vardı. Küçük kasabaların yüzlerce; orta ölçekli kasabaların birkaç bin ve en büyük şehirlerin on binlerce nüfusu vardı. Batı Avrupa’nın en büyük şehirleri Londra, Paris, Milano, Venedik ve Napoli’ydi.

Şehrin yetkilileri, insanlarını beslemeye özen gösterirdi. Tahıllar genellikle temel besin kaynaklarıydı. Ürünlerin tedariki kendi bölgelerinden yapılırdı. Orta çağlarda sık sık tahıl kıtlığı yaşanırdı. Bununla birlikte, bazı ülkeler tahıl ihracatını yasaklarken bazı ülkeler tahıl ihracatı için özel izin istemiştir. İzin ile yalnızca belirli bir miktarda tahıl ihraç edilebiliyordu. Ayrıca şehir sakinleri her hafta yalnızca belirli bir miktarda tahıl satın alabilirdi.

Buğdayın yanı sıra yemek ve içmek için en önemli ürünler yağ, peynir ve şaraptı. Şehirlerdeki en düşük sınıf taşıyıcı ya da hizmetkâr olarak çalışan sakinlerdi. Üst düzey orta sınıftakilere civis (vatandaş)ve en yüksek sınıftakilere de nobilis (soylu) denirdi. Soylular şehirlerin yöneticileriydi. Yağlar zeytinden yapılmasına rağmen yağ yapımında sık sık domuz yağı kullanılırdı.

Şehirlerde en yaygın görülen hastalık vebaydı. Korkunç veba salgını 14. Yüzyılın ortalarında Avrupa’da ortaya çıkmıştı. Hastalık Çin’den İtalyan tüccarlar aracılığı ile yayıldı. Veba dokunularak bulaşan bir hastalıktı. Veba Kara Ölüm olarak da bilinirdi çünkü hastalık cilt renginde bir değişikliğe neden olurdu. En büyük salgınlar şehirleri kapsıyordu bu yüzden birçok şehir bazı hijyen düzenlemeleri yaptı. (Örnek olarak sığırlar şehir dışına çıkarıldı, yetkililer doktor temin etti, sokaklar temizlenmeye başlandı…) Yöneticilerin kendi doktorları vardı ve şehirdekiler de doktorların hizmetlerinden faydalanabilirlerdi. Kendilerini hastalıklardan korumak için yetkililer duvarların dışına karantina bölgesi inşa ettiler, bu nedenle şehre gelen şüpheli tüm yolcular şehre girmeden ve manastırlarda kurulan hastanelere gitmeden önce bir süre karantinada beklemek zorunda kaldılar.

Çeviri: Şeyma Çelik

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More