Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Cengiz Han’ın Hayatı Ve Yanlış Bilinen Gerçekleri – Bölüm 2

Moğollar hakkında bir örnek vermek gerekirse, Cengiz Han 1220'lerde, ordusunun bir bölümünün başında Afganistan civarındayken diğer kuvvetleri de Rusya'nın engin steplerinde savaş halindedir – buradan Moğolların hareket kabiliyeti ve lojistik kapasitesi hakkında fikir yürütmek mümkündür.

0 5.432

8) Harzemli Hanedanlığı ile Hesaplaşma

Ataları Türk (muhtemelen anne tarafından Kıpçak) olan Harzemli Muhammed veya Harzemşah, Horasan, Fars ve Afganistanın bazı parçaları dâhil olmak üzere doğu İslam topraklarının çoğunu içine alan büyük bir imparatorluğa hükmetmişti. Ancak Harzem İmparatorluğu, dönemin tüm Müslüman devletleri (özellikle hâlâ Haçlılarla mücadele etmekte olan Mısır’daki Eyyubîler gibi, Batıdaki İslami devletler arasında) en güçlüsü olsa da, çeşitli konularda ve hattâ ülkedeki generaller arasında mevcut derin ayrılıkların bir sonucu olarak askeri yapısı tam organize durumda değildi.

Cengiz Han ve Moğol ordusuna gelince, savaş alanlarındaki benzeri görülmemiş başarılarını çoğunlukla bozkır çevresinde ya da aşina oldukları kültürlerle savaşarak elde etmişlerdi. Ancak, MS 1219’da, kendi kuvvetlerinin savaş yeteneğini bilindik sınırların çok ötesindeki koşullarda “test etme” fırsatı yakaladı, hem de bizzat Harzem Şah’ın kendisinin düşüncesizce yol açtığı “savaş durumu” nedeniyle…

Hükümdar, kısmen kibirden gelen atılganlıkla, kısmen de Moğolların yaptığı sınır ihlallerinden dolayı hiddete kapılarak,  Moğol heyetinden iki elçinin, “casusluk” yaptıkları iddiasıyla idam edilmesini emretti (elçilerden birini idam ettirmedi ve aşağılayıp Cengiz Han’a geri gönderdi). Şunu söylemek gerekir ki Büyük Han, ilk baştaki öfkesine rağmen, bu durumu soğukkanlılıkla değerlendirdi, lojistik hatlar oluşturdu, keşif manevraları düzenledi ve bütün bunların ardından sonbaharda iyi planlanmış seferine çıktı.

Bu muazzam çabalar, etkileri uzun zaman sürecek sonuçlar doğurdu ve Müslüman dünyası üzerinde şok etkisi yaptı,  bazı çağdaş yazarların Moğolları resmettiği gibi, şehirler ve kasabalar, “medeniyet”in ötesinden gelen  durdurulamaz “sürüler” tarafından birbiri ardına yakılıp yıkıldı. Stratejik açıdan bakıldığında, Cengiz Han, garnizonlarını (ve destek birimlerini) izole ederek büyük şehirleri parça parça kuşatma işini titizlikle yürüttü, ardından saldırıp savunma güçlerini yok etti – böylece Otrar, Buhara, Semerkand ve (Harzemşahların başkenti) Ürgenç gibi önemli yerleşimlerin yağmalanarak harabeye dönmesine neden oldu. Bu kalelerin çoğu üstün savunma özelliklerine sahip olsa da, koordine olmayan Harzemli ordularındaki iç rekabet ve tam iletişimin yürütülememesi nedeniyle durum daha da kötüye gitti.

Cengiz Han, kaçıp Hazar Denizindeki adasına saklanan ve orada, muhtemelen zatürreden yalnız başına ölen Harzemşah’ı bertaraf ettkikten sonra, dikkatini Şah’ın Afganistan’a kaçan vârisi olan Celaleddin’e çevirdi. Tirmiz, Merv ve Nişabur gibi şehirler, daha sonra yapılan (Subutay’nin yönetimi altında, bölünmüş bir Moğol ordusu tarafından yürütülen ve Gürcistan, Ermenistan ve Rusya’nın fethine yönelik diğer seferler) seferlerle düştüler.

Durup dinlenmeden saldıran, yakıp yıkan güçler MS 1223’te Moğol anayurduna geri döner, en sonunda MS 1226’da Cengiz, son askeri seferine çıkar – bu sefer Xixia’nın Tangutlarının kalıntılarıyla ve Lingzhou ve Ning Hia gibi şehirleri ele geçirir. Tangutların boyun eğdirilmesinden (muhtemelen tüm imparator ailesinin de idam edilmesinden) sonra Büyük Han, MS 1227 Ağustos’unda 65 yaşındayken son nefesini verir.

9) Ölümü ve Yerini Alanlar

Yaşamındaki parlak başarıları yansıtan tablolar kadar  Cengiz Han’ın esrarengiz (sayılabilecek) ölümüne ilişkin de varsayımlar ileri sürüldü – Gizli Tarih’te, Moğol hükümdarının av sırasında attan düşerek yaralanması ve aldığı bu yara nedeniyle nasıl öldüğü anlatılır. Öte yandan, 13. yüzyılın Galiçya-Volyn Kronikleri (bilinen en eski kopyası Hypatian Codex olarak günümüze ulaştı) Xixia’ya (Batı Xia) karşı savaş sırasında öldürüldüğünü söyler. Marco Polo, Büyük Han’ın bir Xixia okundan kaptığı bulaşıcı bir hastalıktan nasıl öldüğünü detaylı olarak hikaye eder. Ayrıca, 17. yüzyıldan kalma (muhtemelen rakip Oyratlar veya Kalmuklar tarafından yazılmış) bir kronik, Cengiz’in bir Xixia prenses tarafından ve ayakkabılarının içine gizlediği küçük bir hançerle nasıl öldürüldüğüne ilişkin bir başka yorum getirir.

Bunların yanında, henüz ölmeden önce bile, Büyük Han olarak Cengiz Han’ın yerini alacak halefi konusu etrafında çekişmeler yaşanır. Joçi, Cengiz Han’ın en büyük oğlu olmasına rağmen, üçüncü oğlu Ögeday Han lehine (yapılan görüşmelerden sonra) dışarıda bırakılır. Bazı kaynaklara göre, bu ilginç karar Joçi ve Çağatay arasındaki gerilimi gidermek için verilmiştir – Joçi’nin babasının kim olduğu bile (Merkitlerin elinde esir tutulan Börte’nin kaçırılmasından sonraki dönemle bağlantılı olarak) sorgulanır.

Ancak, Cengiz Han’ın dört oğlunun hepsinin büyük toprak parçalarına (esasen imparatorluklara) ve önemli ordulara sahip olduklarını ve böylece onları kendilerinin birer Han olarak yaptıklarını belirtmek gerekir. Örneğin, en küçük oğlu Tuluy muhtemelen ordunun büyük bir kısmını, yaklaşık 100.000 adamı ve en iyi süvari birliklerini kendine alır. Ancak Büyük Han’ın yerini dolduran Ögeday olur hükümdarlığı sırasında Moğol İmparatorluğu, hem Doğu Avrupa hem de Doğu Asya’yı işgal ederek en büyük durumuna ulaşır.

10) Cengiz Han’ın Askeri Dehası

Günümüzde yapılan önyargısız araştırmalar, Moğol güçlerinin 13. yüzyıldaki lojistik desteği ve hareket kabiliyetine belli ölçüde açıklık getirmiştir. İşin ilginç yanı, şu gerçeğin belirlenmesidir: Aslında, zafer kazandıkları savaşların çoğunda, Moğollar sayıca düşmanlarından çok daha azdılar. O yüzden, doğal olarak akla şu soru geliyor: Niçin Avrupalılar ve diğer güçler, Moğol komutanlarının, arkalarında olağanüstü çok sayıda bir askeri gücün olduğu algısına kapılmışlardı? Doğrusu, bu sorunun cevabı, Moğolların savaş alanında gelişmiş taktikleri ile açıklanabilir. Göçebe topluluklar, düşmanlarını çepeçevre kuşatmalarına imkân veren çok daha üstün hareket kabiliyetleri ve çembere alma stratejileri ile biliniyorlardı. Bu durum da, sayıca çok daha üstün güçlerinin olduğu şeklindeki yanlış bilginin yayılmasına neden olmuştur.

Savaş alanındaki bu tür başarıları, benzeri görülmemiş ölçüde bir örgütlenme becerisi, lojistik kendine yeterlilik ve içselleştirilmiş disiplin destekliyordu: Bunlar, Cengiz Han’ın liderliğinin kendine özgü özelliklerinin ta kendisiydi. Büyük Han, emrindeki kuvvetlerin farklı kökenlerini aşıp içlerindeki fetih ve yağma arzusunu harekete geçirmeyi de başarmıştı.

Bu tür psikolojik ve çarpıcı derecede adil/tarafsız standartlar, hareket kabiliyeti yüksek Moğol ordusunu, tek bir amaçla hareket eden (aldatıcı ve bölücü siyasi eğilimlerin aksine) gerçek bir savaş makinesine dönüştürmüştü. Üstelik, belirtmemiz gerekir ki, Moğollarla bağlantılı görülen yaygın “barbarlık” görüşünün aksine, Moğollar (dönemin ordularına kıyasla) mevcut durumu çok daha üst derecede kavrayıp hızla adapte oluyorlardı. Bir kez daha bu, Cengiz Han’ın keskin kavrayışının bir getirisidir.

Ve son olarak, Moğol İmparatorluğu idaresindeki ordunun örgütlenme yeteneği, büyük ölçüde, subaylarının disiplin ve taktik kavrayışına bağlıydı. Çoğunlukla bu subaylar, soy değil liyakat esasına dayalı olarak Cengiz Han ve komutanları tarafından seçiliyordu. Şunu belirtmekle yetinelim: Bu üst düzey askerler, doğrudan kendi birlikleri söz konusu olduğunda, daha büyük (dönemin diğer ordularından daha çok) sorumluluklar üstlenmek durumundaydılar.

Örnek vermek gerekirse: Yazılı olmayan töre gereği, bir savaştan önce bir subay, komutasındaki askerlerin her birinin teçhizatından (iğneden ipliğe her şey) ve hazırlığından sorumluydu. Ve daha büyük sorumluluklar, daha büyük cezaları da beraberinde getiriyordu. Buna bağlı olarak, savaş alanında vaktinden önce geri çekilme emirleri, çoğu zaman sorumlu subay ve komutanların verdikleri yerinde ölüm cezaları ile sonuçlanıyordu.

Ve ceza konusu gündeme geldiğine göre, belirtelim: Sıradan Moğol askeri de, katı disiplinden tam olarak muaf değildi. Firar, hırsızlık (özellikle diğer erlerden yapılan hırsızlık), hatta nöbet görevi sırasında uyuma, çoğunlukla ölüm cezasına neden oluyordu.

İlgili Yazılar

11) ‘Pratik’ Acımasızlık

Cengiz Han, askeri kariyerinin en başından itibaren, daha Temuçin olarak bilinirken bile, düşmanı alt etmek için amansız önlemlere başvurmaktan kaçınmamıştır. Örneğin, Tatarlara karşı görece küçük bir seferden zaferle çıktıktan sonra, Tatar soylularının ait olduğu kabilelerin bütün üyelerinin öldürülmesini emretmiştir.

Bir savaşın ardından, Cengiz Han’ın ordusu, boyu araba dingilinden uzun olan herkesi yok etmiştir (Gizli Tarih’e göre); çocuklara zarar verilmediğini gösteren bu nokta, daha sonra Moğol yaşam tarzının ilkelerinden biri haline gelmiştir. Benzer şekilde, Cengiz Han, Tuğrul Han’ın Kerait kabilesinden geride kalan kişilere oldukça sert davranmış, onları dağıtmış ve kabile üyelerinden birçoğunu, filizlenmekte olan Moğol ordusunun hizmetini gören hizmetkârlar haline getirmiştir.

Belli bir bakış açısına göre, alınan bu önlemler aşırı görünebilir (muhtemelen, öyleydiler). Ama bu dönemde Moğolistan’da parçalanmış kabilelerin değişken siyasi niteliğini anlamamız gerekir. Sadakat hep düşük düzeydedir; öte yandan, birbirine rakip soylular ve aristokratlar, isyan çıkarma ve çıkar birlikleri kurma eğilimindedir: Bunlar, Cengiz Han’ın hırslı ideallerini baltalamakla kalmıyor, onun için ve ailesi için de ciddi bir tehlike oluşturuyordu (Cengiz Han, çok genç yaşlarından itibaren bu tür zıtlıklar konusunda “deneyimli”ydi). Basit bir ifadeyle söylemek gerekirse, bu ödünsüz eylemlerin hepsinin değilse de bazılarının amacı, kabileleri, dargörüşlü intikam ve yerel düşmanlığın ötesine giden tek bir siyasi amaç doğrultusunda birleştirmekti.

Acımasızlıktan söz etmişken, tehdiş ve yok etmenin sınırları, yerleşik alanları ve Ürgenç, Belh ve Nişabur gibi şehirleri de içine alacak şekilde yayılmıştı (yaygın kanaatlerin düşündürdüğü kadar sık olmasa da). On üçüncü yüzyılda yaşayan İranlı bilgin Cüveyni (belli ki, abartılı bir şekilde), Harzemşah kalesi Ürgenç işgalcilerin eline geçtikten sonra 50.000 Moğol askerinden her birine nasıl 24 sivili öldürme görevinin verildiğini anlatır; bu da bir milyonu aşkın kişi demektir.

Belh’te, anlatıldığına göre siviller, teslim olduktan sonra da öldürülmüştür. Nişabur’a gelince, Cengiz Han’ın damadı Toğaçar, şehri savunanlardan birinin attığı “kör” bir okla hayatını kaybetmiştir. Cüveyni’nin anlattığına göre, bunun üzerine, intikam almak için hayatta kalan herkesi, kadın erkek, düzlüğe sürüklediler. Ve Toğaçar’ın intikamını almak için, şehrin, tarlalarında saban sürülemeyecek şekilde yerle bir edilmesini, intikam alınırken kedilerle köpeklerin bile sağ bırakılmamasını emrettiler.

Bir kez daha belirtmek gerekirse, bu tür cezalandırma eylemleri tartışmasız olarak vahşiceydi. Ama nesnel açıdan, modern duyarlığı bir yana bırakarak belirtmek gerekirse, bu acımasızlık eyleminde psikolojik bir unsur vardı. Sir John Mandeville (14. yüzyıl), bunu “büyük korku” olarak nitelendiriyordu: Bu insanı sarsıp ürküten korkuya, abartılı sayılar içeren “raporlar” da eşlik edince, düşmanın morali derinden sarsılabiliyordu. Öte yandan, belirtmemiz gerekir ki, bu durumu dengelemek için, Cengiz Han yerel halkı etkileyecek propaganda önlemlerine de başvurur, Moğollar kendilerini yoksul halkların potansiyel kurtarıcıları olarak gösterirler.

12)  Cengiz Han’ın Karakterinin Karmaşıklığı

İnatçı ama esnek, acımasız ama haktanır, hırslı ama pratik… Bunlar, kısaca, Cengiz Han’ın kişiliğinin bazı yönlerini ortaya koyan nitelikler. Büyük Han, gençliğinde, hatta orta yaşını sürerken, çoğunlukla siyasi alanda büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Bu tür dönemlerde Moğol hükümdarı, hedeflerine sadakatine bağlı kalmışsa da, keskin bir kavrayışla çeşitli kabileler arasında yandaşlar edinip saygınlık kazanmak, bu sayede ayakta durmak zorundaydı. Aynı zamanda, Cengiz Han, yalnızca deneyimli komutanlarından değil, eşleri ve annesi dahil olmak üzere ailesindeki kişilerden gelen önerilere de açıktı.

İşin askeri yönü ile ilgili olarak, görünürde zıt tutumlar olan saldırganlık ile sağduyu tutumlarını daha önce ele almıştık. Cengiz Han’ın dinle ilişkisi de, Britannica Encyclopedia’da betimlendiği üzere, buna benzer çelişkili tarzdadır:

Cengiz Han, dini duyguları sahip biridir, kendini tanrısal bir görevi olduğu duygusuna kaptırmıştır ve kriz anlarında Moğolların en üst ilahı olan Ebedi Mavi Gök’e saygıyla dua eder. Gençlik yıllarında bu böyleydi. Büyük Han, aile ortamından çıkıp bozkırın ötesindeki yabancı, yerleşik dünya ile temasa geçtiğinde, bu resim daha az ahenkli hale gelir. İlk başta Cengiz Han, katliam ve yağmadan elde edeceği doğrudan kazancın ötesini göremiyor ve bazen intikam hırsıyla yanıyordu. Gene de, bütün yaşamı boyunca, ona gönüllü olarak hizmet etmek isteyen insanların cezbederek sadakatini elde edebiliyordu: Bunlar arasında, hem kendisi gibi göçebeler, hem yerleşik dünyadan medeni kimseler de vardı. Cengiz Han’ın ünü, yaşlı Daoist bilge Çangçun’u (Kiu Çuci) bile Asya’yı dolaşıp dini konularda konuşmaya ikna edebilecek düzeydeydi. Her şeyden önce, Büyük Han, adapte olabilen, öğrenebilen bir kişiydi.

Şeref Ödülü – Cengiz Han’ın Soyundan 16 Milyon Erkek

2003’te yapılan bir araştırma, inanılmaz bir gerçeği ortaya koymuştur: Modern dünyamızda, Cengiz Han’ın genetik mirasını taşıyan 16 milyon erkek vardır. Gerçekten de, bu erkekler büyük bir ihtimalle doğrudan Büyük Han’ın soyundandır, çünkü (ancak babadan oğula geçebilen) Y kromozomu taşımaktadırlar – Y, kişinin babasının soyunu verir.

Cengiz Han’ın bugünkü durumda bile üzerimizdeki “etkisi” konusunda bir fikir vermek için söyleyelim: Dünyanın toplam erkek nüfusunun yaklaşık yüzde 0,4’ü, yani her 250 kişiden biri (ve Moğolistan’ın nüfusunda yüzde 8 gibi çok büyük bir oran), 13. yüzyıl Moğol hükümdarının ait olduğu kraliyet hanedanı ile bağlantılı Y kromozomuna sahiptir. Bu tür şaşırtıcı rakamlara bağlı olarak, çoğunlukla Cengiz Han’a atfedilen ve baba tarafından akrabalık biçiminde genetik egemenliğe belli belirsiz göndermede bulunan bir alıntı vardır (bunu Reşidüddin Hemedani, Câmiu’t-Tevârih’te aktarır):

Bir erkek için en büyük sevinç, düşmanlarını yenmek, onları önüne katıp sürmek, ellerindeki her şeyi almak, sevdiklerinin ağladıklarını görmek, atlarına binmek ve karılarıyla kızlarını kollarına almaktır.

Çeviri: Sinan Akbaytürk

Kaynak realmofhistory

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More