Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Sicilya: Kültürlerin ve Tarihlerin Buluştuğu, Devlerin Dolaştığı Diyar

Sicilya, Akdeniz'in en ünlü “üç köşe” adasıdır. Fakat Bermuda'dan farklı olarak, bu bölgede hiçbir şey ortadan kaybolmaz, tersine birçok şeyin ve insanların toplandığı yerdir burası. Ada, tarihiyle, kültürel birikimi ve yüzyıllar boyunca egemen olan sayısız halkın bıraktığı sanat eserleriyle geceleri ışık saçan bir fener gibidir.

0 1.449

Sicilya, Akdeniz’in en ünlü “üç köşe” adasıdır. Fakat Bermuda‘dan farklı olarak, bu bölgede hiçbir şey ortadan kaybolmaz, tersine birçok şeyin ve insanların toplandığı yerdir burası. Ada, tarihiyle, kültürel birikimi ve yüzyıllar boyunca egemen olan sayısız halkın bıraktığı sanat eserleriyle geceleri ışık saçan bir fener gibidir.

MÖ 6000 civarında Sikalıların egemenliğindeydi, MÖ 246’dan itibaren Fenikeliler, Grekler, Kartacalılar ve Romalılar tarafından ele geçirildi. Araplar üç yüzyıl boyunca hâkimi oldular ve ardından Normanlar geldi ve ardından Svabyalılar, Angevinler ve Aragonlar… Ve zalimlikte Fransız yönetiminden aşağı kalmayan İspanyol egemenliği vardı ve ardından sıra Savoy, ardından Avusturyalılar ve Bourbonlara geldi…

Sicilyalılar, nihayet 1860’ta İtalya birliğinin kurulması ve İtalya Krallığı‘na katılmalarının ardından kendi adalarının efendileri oldular.

Ceres Heykeli

Sicilya, Birçoklarının Sahip  Olmak İstediği Bir Yer Olmuştur

Tarihteki işgaller harika bir miras bıraktılar ve dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan bir tarzlar karması yarattılar. İşte bu, adanın kültürüne benzersizlik kazandıran muhteşem binaların, kiliselerin, bahçelerin ve hatta mutfağın eşsiz bir sentezidir. Konuşulan lehçe bile birden çok dilin kaotik bir karışımı olmaktan kaçamamıştır.

Burası, mitlerin ve efsanelerin, keskin manzara kontrastlarının ve tatlı çılgınlıkların ülkesidir. Mitolojiye göre,  yeraltı tanrısı Plüton, toprağın anası tanrıça Ceres’in kızı Proserpina’ya aşık olur ve Etna’nın eteklerindeki kırlarda nergis toplarken onu kaçırır. Genç kızı, karısı olması için Dünya’nın derinliklerine, Karanlıklar dünyasına sürükler.

Ceres, kızını kaybetmenin çaresizliğiyle Jüpiter’e (yer tanrıçasının kardeşi) yakarır ve acısına çare bulmasını ister. Jüpiter lütfeder, Proserpina‘nın yılın altı ayını annesiyle ve altı ayını da kocası Plüto’yla geçirmesine karar verir. O, halkı ilgilendiren müjdelerin habercisidir. Proserpina’nın bu fedakârlığının, baharın gelişini ve Sicilya topraklarını dünyaya duyuran meyvelerin bereketini sağladığına inanılır. Plüton, narin eşinin onuruna, aynı adı taşıyan nehrin çıktığı ve kıyılarında papirüslerin boy attığı Fonte Ciane adlı mavi pınarı yaratır. Bu öyküden, ünlü bir nehir olan papirüse ve Avrupa’nın başlıca aktif yanardağlarından olan Etna’nın efsanevi kökenine ulaşıyoruz.

Adanın iki büyük yeşil akciğeri vardır: rakımı neredeyse 2,000 metreye ulaşan Madonie dağ sırası ve Ape’nin sırtı boyunca devam eden, ormanlarla ve irili ufaklı göllerle kaplı Nebrodi sıradağları. Bunların güneyinde tarihi topraklar ve antik buluntulara ulaşırız: Selinunte, Agrigento ve Siraküza.

Sicilya, İtalya – Selinunte’nin Akropolisi

Selinunte – İhtişam ve Kereviz

Selinunte, Akdeniz kıyılarında yer alan eski bir stratejik üs olmuştu. Selinos (bugünkü Modione) ve eski zamanlarda ulaşıma elverişli olan Cottone nehirleri arasındaki deniz kıyısında kurulmuştu. Diodorus Siculus tarafından MÖ 650’de kurulmuş ve MÖ 200 civarında Kartacalılar tarafından fethedildilmişti. Günümüzde Avrupa’nın en büyük arkeolojik parklarından biridir ve zirvesindeyken 80,000 kişilik nüfusa ulaştığı söylenen antik bir Grek şehrinin kalıntılarına evsahipliği yapıyor.

Bu şehrin adı, burada yetişen yabani kerevizden (Antik Yunanca: σέλινον, Latincesi: Selinon) geliyor.

Bundan dolayı da, madeni paralarında kereviz yaprağı sembol olarak kullanılmıştır. Ancak bu bitkiyle ilgili çelişkili söylentiler vardır – kimileri bunun maydanoz, kimileri de kereviz olduğunu söylüyor. Doğa bilimci ve botanikçi Doktor Alfonso La Rosa, maydanozgiller familyasına ait olan, ancak sulak ortamlarda yetişen bitkiye, sakinlerin yanlış bir şekilde “Petroselinum” (yerel Sicilya lehçesinde kullanılan Petrosino kelimesinden) adını verdiğini düşünüyor.

Belirli bir ekoloji ve diğer mevcut tarihsel bilgileri ışığında, “selinon” bitkisinin Maydanozgiller ailesine ait olduğunu söyleyebiliyoruz, ancak botanikte Apium nodiflorum ve halk arasında “su kerevizi”dir.

Arkeolojik parkın 270 hektar alanının 10 hektarlık bölümünde, Sicilya Bölge Tarım Kurumu başkanlığındaki bir heyetin koordinasyonunda, “Tanrıların Buğdayı” Hasat Ayini ikinci kez kutlanıyor. Bu kapsamda, kazılarda bulunan çeşitli türlerden eski tahıl ve mercimek ve nohut gibi baklagiller ekiliyor ve hasadı yapılıyor.

Latomia del Paradiso’daki Cordari mağarasının girişi, Siraküza-Sicilya, İtalya

Siraküzalı Dionysos’un Kulağı ve Tutuşturan Aynalar

2800 yıllık Siraküza’da, Yunan tiyatroları, Roma kalıntıları, gizemli mağaralar, Norman kaleleri ve Gotik ve Bizans kiliseleri sergileniyor. Geçmişinin farklı dönemlerine ait bu anılar, büyüleyici bir kültür sentezinde yan yana yaşıyor.

Antik çağda hapishane olarak kullanılan taş ocakları, Latomiler, gizemli yerlerdir. Çok sayıda var, ama en ünlüsü, Yunan tiyatrosunun hemen altında ünlü Dionysos’un Kulağı’na ev sahipliği yapan Latomia del Paradiso’dur.

Efsaneye göre, Siraküza’nın Dionysios’u tarafından kazılmıştır. Zalim tiran, mağaranın özel şekli sayesinde hapsedilen düşmanlarının konuşmalarını yukarıdaki açıklıktan güçlendirilmiş olarak duyabiliyordu. Kireçtaşına oyulmuş huni şeklindeki bu yapay mağara yaklaşık 23 metre yüksekliğinde ve 5 – 11 metre genişliğindedir. Alışılmadık bir S-şekli ve kıvrımlı yapının altıncı turda birleşen bükümlü duvarları ile aeroküler özelliktedir ve 65 metreye kadar iner. Mağara ayrıca olağanüstü bir akustiğe sahiptir ve burada sesler 16 katına çıkacak kadar yükselir.

1608’de Siraküza’yı ziyaret eden Michelangelo di Caravaggio, bu akustik özellikleri ve kulağa benzer şekli nedeniyle mağaraya, on altıncı yüzyıl efsanesini haklı çıkarırcasına “Dionysios‘un Kulağı” (Orecchio di Dionigi) adını yakıştırmıştı.  Gerçekten de, yakıştırmaların ve efsanenin tersine olsa da, mağaranın şeklinin, kazıların dolambaçlı su kanalının aşağı inen yolunu izleyerek yukarıdan başlaması ve mükemmel kalitede bir kayaya ulaşılması nedeniyle derinleştikçe daha da genişlemesi gerçeğinden kaynaklandığını belirtmekte fayda var. Bu durum, taş ocağında çalışan ustaların aletlerinin açtığı izlerden ve blokların yatay olarak döşeme seviyesinin açıkça görülebildiği duvarlardan anlaşılmakta. Genel kanı, Dionysos’un Kulağı’nın bitişikteki tiyatronun akustiğini iyileştirmek için kullanıldığı şeklinde.

Başka bir efsaneye göre Siraküza, tiran Gerone’nin MÖ 216’da ölümünün ardından Kartacalılarla ittifak kurar ve bunun üzerine konsül Claudio Marcello’nun komutasındaki Roma ordusu tarafından kuşatılır. Siraküza-lılar da  Arşimet’ten şehri savunmak için Ramayana olmasını ister. Arşimet, halkın hayal gücünde üretildiği şekliyle, Roma gemilerini yakmak için “yakan aynalar” icat eder ve bunları kullanır.

Yakan Aynaların gemileri tutuşturmasını gösteren temsili resim
İlgili Yazılar

Bu buluştan ilk söz eden Galen’dir, ardından Cassius Dio, Bizanslı Giovanni Zonara ve Giovanni Tzetzes ve yine Baron Von Riedesel (Yedi Yıl Savaşı ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda görev yapmış bir Alman subayı) de bundan bahsetmişlerdir. Yakan aynaları, yere sabitlenmiş bir direkte dönen bir kafes üzerinde altıgen düzende dizili 24 büyük düz ayna şeklinde tarif ederler: merkezdeki ayna, güneş ışınlarını yönlendirmek için, yan aynalar da bant sistemi ile ışınları toplamak için kullanılmıştır.

Bilim dünyasından eski savaşlarda yakan ayna kullanıldığına inanan sayısı çok yoktur. Gerekçeleri hem tarihsel hem de bilimseldir. Tarihsel açıdan bakıldığında, ne Polibio ondan bahseder, ne Livy ne de Plutarch, ancak çok sonra bununla ilgili yazarlar. Bilimsel açıdan ise, çoğu insan, ahşabın tutuşma sıcaklığının 300°C’nin üzerinde olduğu dikkate alındığında, aynalarla bu kadar yüksek sıcaklıklar elde etmenin imkansız olduğunu ileri sürmekteler.

Bundan başka, limanda duran bin kadının, her biri ellerinde  bronzdan birer makyaj aynası tutarak, Siraküza Boğazı’ndan geçen düşman gemilerinin yelkenlerini tutuşturmak için toplandığına dair doğrulanmamış bir hipotez de vardır.

Arşimet’in gerçekten de Roma gemilerini yakmayı başardığına ilişkin herkes hemfikir olduğundan, efsanenin temelinde, Yunanca “yakıcı maddeler” anlamına gelen ve yanlış bir şekilde “yakan aynalar” olarak çevrilen bir terimden kaynaklandığı düşünülmektedir.

Neyse ki, olayların temeline inmeyi seven özgür ruhlar da vardır. MIT’de (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) profesör olan David Wallace Discovery Channel’da bir gemiyi aynalarla yakma olasılığının imkânsızlığını  iddia eden bir program gördükten sonra,  bu soruyu kendi öğrencilerine sorar. Sınıfta birkaç deney yapar. Tabii bu arada gemi yapımında kullanılan ahşabın türü de dikkate alınır. Sonunda, 2009 yılında bir gemi modelinin gövdesinde, kendisine doğrultulan 127 aynayla yakarak bir delik  kadar açmayı başarırlar.

Dr. Wallace, zaman zaman olasılıkları reddederken, bazı  tarihçilerin eski fikirlere bel bağlamasına neden olan tarihsel verilerin gözler önüne serilmesine de öncülük etmiştir.

Tapınaklar Vadisi, Agrigento, Sicilya, İtalya

Agrigento-Akragas’ın Büyük Efsaneleri

Güney Sicilya’da bir şehir olan Agrigento, her şeyden önce, olağanüstü bir koruma durumu ile karakterize edilen, Helen dönemine ait 12 önemli Dor tapınağının yer aldığı bir arkeolojik alan olan Tapınaklar Vadisi ile tanınır. Bölge, Agrigento şehrinin anıtsal orijinal çekirdeği olan antik Akragas’a karşılık geliyor.

Günümüzde bölgesel bir arkeoloji parkıdır. 1997 yılında UNESCO Dünya Mirası Alanları listesine alınmıştır. Antik Yunanistan’ın Altın Çağı’nda  Magna Grecia‘nın önde gelen şehirlerinden biriydi ve MÖ 406’dan önce dönemle ilgili tahmin edilen nüfusu 200,000 ilâ 800,000 arasındaydı.

MÖ 580 civarında kurulan Agrigento, adada iz bırakan çeşitli halkların yerleştiği bir bölgeye sahip olmanın gururunu taşıyor. Eskiden Ege ve Miken’le ticari ilişkileri sürdüren yerli halkların oturduğu yer olan Agrigento bölgesi, Rodos ve Girit’ten Gela (Sicilya) sakinleri tarafından kurulan Akragas (Ἀκράγας) şehrinin doğuşuna sahne olmuştu. MÖ 5. yüzyılda, Kartaca’yla savaş nedeniyle çöküşün başlamasından önce zirveye çıktı. Pön Savaşı sırasında, adını Agrigentum olarak Latinleştiren Romalılar tarafından fethedildi.

Daha sonra Kerkent adıyla Arap egemenliğine girdi ve 1089’da Normanlar tarafından fethedildi ve 1927’ye kadar bu adı taşıyan Girgenti adını aldı. Tarihsel geçmişi bu. Şimdi sıra geldi efsaneye. Şehrin arması ilginçtir. Üzerinde şehrin sembolik görüntüsünü bir “platform” şeklinde kollarının üzerinde tutan  üç dev resmedilmiş.  Latince “Signat Agrigentum Mirabilis Aula Gigantum” (Devlerin olağanüstü sarayı Agrigento’yu özel yapar) yazmakta.

Olimpos’taki Zeus tapınağını süsleyen devlere gönderme yapıldığı açıktır. Himera’nın Kartacalılara (MÖ 480-479) karşı kazandığı zaferden sonra Zeus’u onurlandırmak için inşa edilmişti. Tüm antik Batı’nın en büyük tapınağıydı ve mimari açıdan benzersizdi. Temelinden çatısına inşasında çok sayıda köle çalışmış, ancak Kartaca’yla savaş çıkınca yarım kalmıştı.

Zeus Tapınağı, devlerin (telamonlar olarak adlandırılır) varlığı,  yedi buçuk metre yüksekliğinde devasa heykellerle karakterize edilmişti. Bunlar, gök kubbeyi yukarıda tutan Atlas‘ı temsil ediyorlardı. Bunlardan biri halen açık alanda, diğeri Telamone dell’Olympeion ise, Agrigento’nun arkeoloji müzesindedir. Tapınak kalıntılarının çoğu, yapının devasa parçalarının bulunduğu ve sütun parçalarının bulunduğu batı tarafında toplanmıştır. Diodorus Siculus (antik Yunan tarihçisi), bir insanın sütunların oyuklarına rahatça sığabileceğine şahit olmuştu.

Efsane bize, devlerin Olympos’un zirvesine ulaşmak için üç dağı üst üste yerleştirmek zorunda kaldıklarını, ancak yenilerek Etna’nın altında sürüldüklerini söylemektedir. Olympos’un 12 tanrısı kendi gücüyle kazanamayınca, Roma mitolojisinde Herkül figürüne karşılık gelen bir yarı tanrı – Herakles‘in yardımına başvurmak zorunda kalır.

Dev Telamon, Atlas, Agrigento, Sicilya, İtalya’daki Tapınaklar Vadisi’ndeki yıkılmış Zeus Tapınağı’nın destek heykeli. UNESCO Dünya Mirası Alanı

Sicilyalı Devler

24 uzun boylu ve korkunç dev savaşa katıldı. Uzun halkalı saçları, uzun sakalları ve ayaklarını örten yılan kuyrukları vardır. Liderleri Alcioneo’dur. Ayrıca Herakles tarafından öldürülen ilk kişidir. Ardından Zeus/Jüpiter’den biraz yardım alarak Herakles hepsini tek tek yok eder. Ares, Herakles’in yardımıyla kurtarılır. Hayatta kalan devlerin cesareti kırılır ve kaçmaya çalışırlar. Ancak Athena devlerden bile daha büyük bir boyuta ulaşır ve Enceladus’a büyük bir kaya fırlatmayı başardı, bu kaya denize oturunca işte bu kaya Sicilya Adası olur.

Ancak devlerin Dünya üzerinde yaşadığı fikri, son yıllarda daha fazla insanın olası görebildiği bir hipotezdir. Dünya çapında yapılan gizemli keşifler nedeniyle, çok sayıda araştırmacı bu “mitolojik” varlıkların uzak geçmişte Dünya’da gerçekten var olma olasılığını düşünüyor. Gerçekten de dünya genelinde, 3 metreden 8 metreye kadar uzunluğa sahip alışılmadık boyutlarda iskeletlere ait arkeolojik buluntular da vardır.

Bazı araştırmacılar İncil‘in en ünlü bölümlerinden birine, genç Davud tarafından öldürülen korkunç dev Golyat‘ın hikayesini öne sürerek başvuruyor. Onlara göre devlerin kökeni, Set neslinin erkeklerinin (Genesis-Yaratılış’ta geçen Adem ve Havva‘nın üçüncü oğlu), Sam’ın (Nuh’un üç oğlundan biri) güzel kadınlarına katıldığı Metuşelah zamanına kadar uzanmaktadır.

Yunanistan’dan Norveç’e, Almanya’dan Hindistan’a, Hint-Avrupa’ya ve Yeni Dünya’daki Maya, Aztek ve İnka halklarının geleneklerine kadar hemen hemen tüm eski uygarlık ve kültürlerde bir zamanlar yeryüzünde yaşamış dev yaratıklarla ilgili hikaye ve romanlara rastlarız. Ama hepsinden öte, bu hikayeler antik çağın neredeyse tüm kutsal kitaplarında da bulunabilir: Lebhar Gabhale, Hindu Ramayana ve hatta İncil’de. Yaratılış 6:4’te şöyle yazar: “İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi…”

“Davud ve Golyat” – Guillaume Courtois

Birçok kişi Sicilya’yı “Devler Ülkesi” olarak tanımlamıştır: Boccaccio (Giovanni Boccaccio, İtalyan yazar, şair ve Rönesans hümanisti) bize, 1371’de Sicilya’da bulunan 100 metre yüksekliğinde bir iskeletten bahseder. Bazı kaynaklarda doğrulandığını görürüz; Ovid, devi Tifeo olarak adlandırır, Virgil ona Enceladus der ve Ludovico Ariosto’nun Orlando Furioso adlı eserinin bir bölümünde adını anar.

Tüm bunlar sadece mitler ve efsanelerden ibaret olsalar bile, Sicilyalılar “dev” köklerine çok bağlıdır ve her yıl Mistretta’da (Messina ilinde) Devlerin Buluşması gerçekleşir. Bu şehrin sokakları, her yıl 20-22 Ağustos ​​arasında arka arkaya üç gün boyunca, davul ve çıngırakların ritmiyle çılgınca dans eden yedi metreye kadar uzunluktaki kağıttan yapılma devlerle dolar.

Çeviri: Sinan Akbaytürk

Kaynak Ancient-Origins

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More