Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Büyücülüğe ve Cadılığa Karşı Savaşın Tarihi

Tarihin başlangıcından beri insanlar çok tanrılı dinlere inandılar ve çok sayıda tanrıya ve ruha ibadet ettiler. Hıristiyanlık, tek tanrılı inanç sistemiyle yüzyıllardır süregelen bu durumu tamamen değiştirmeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte, eski gelenekler insanların kalplerine ve zihinlerine kazınmış durumdaydı.

0 1.732

Tarihin başlangıcından beri insanlar çok tanrılı dinlere inandılar ve çok sayıda tanrıya ve ruha ibadet ettiler. Hıristiyanlık, tek tanrılı inanç sistemiyle yüzyıllardır süregelen bu durumu tamamen değiştirmeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte, eski gelenekler insanların kalplerine ve zihinlerine kazınmış durumdaydı. Bu durum kiliseyi tehdit altında hissettiriyordu. Eski gelenekler ve Hıristiyan kültü arasındaki bu çatışma, cadılara yapılan işkencenin uzun bir tarihini de oluşturmuştur.

Büyücülüğün Gelişen Tarihi

Cadılara yapılan zulüm ve işkence zamanla değişmiştir. Avrupa kıtasında Hıristiyanların sayısı artmış olsa da hala eski dini geleneklere inananlar vardı. İlk zamanlarda insanlar, Kutsal Çocuğu doğurmuş olan Ana Tanrıça’ya inanıyorlardı. Bu inanışa göre Ana Tanrıça’nın kocası her sonbaharda kendisini bir sonraki baharda daha güçlü bir şekilde yeniden doğmak için feda eden Büyük Avcı’ydı.

İspanyol Engizisyonu tarafından vahşice işkence gören çıplak genç kadınlar

12. ve 13. yüzyılların soyluları bile eski geleneklere saygı duymaya devam ettiler, Ana Tanrıça onuruna şarkılar besteleyen ozanlar sanki bu şiirleri soylu kadınlara yazmış gibi maskelediler. Bu zor zamanlarda köylüler günlük yaşamı iyileştirmelerine yardımcı olabileceğini ve kendilerine daha iyi bir gelecek sağlayacağını düşünerek büyücülük yapmaya başladılar.

Hıristiyanlık gücünü ve nüfuzunu genişlettikçe din adamları eski yollara karşı önlemler almak istediler ve böylece kilise “Şeytan Tarikatı” adını verdiği şeye karşı savaş başlattı. Merhamet dini olan Hıristiyanlığın temsilcileri tarafından kendilerince uygulanan önlemler aslında 200.000’den fazla insanın ölümüne yol açtı.

Zamanla bu zulüm daha da kötüleşti. Ölüm sayısı sekiz milyonu aştı ve insanlar büyücülük yapmakla suçlanarak idam veya mahkûm edildi. Kilisenin fanatizmi, 12. ve 18. yüzyıllarda zirveye ulaştı ve daha sonra büyücülüğe karşı savaş Amerikan topraklarına da sıçradı.

Büyücülük Tarihinde Zulüm

Genel olarak büyücülük kilise tarafından Hıristiyanlığın üstünlüğüne ve gücüne tehdit olarak görülmüştür. Kısaca üç ana dalgada büyücülüğe karşı yapılan savaştan bahsedebiliriz.

İlk dalga, Haçlı Seferleri’nin sonunda, 13. yüzyıldan itibaren, Hıristiyanların ve Müslümanların Doğuda savaştığı dönemde gerçekleşmiştir. Kilise ayrıca bu dönemlerde Müslüman geleneklerinin ve fikirlerinin etkisini de bir tehdit olarak görmüştür. Kilise artık bu tehditlerin ilerlediğini görmeyi istemedi ve Engizisyon sürecini başlatmıştır.

Joan of Arc’ın François Chifflart tarafından infazı.

Dominikliler, asıl sapkınlığın büyücülük olduğunu, bu hastalığın toplumu yozlaştırdığı ve bunu yapan insanların Tanrı’ya meydan okuduklarını düşünerek büyücülüğe karşı savaş başlattı. 1324 yılında gerçekleşen ilk cadı yargılamasında İrlanda Kilkenny’den Alice Kyteler eski tanrılara ibadet etmekle suçlandı ve ölüme mahkûm edildi. Kyteler asillerden olduğu için ölümden kaçmayı başardı ancak tanıdıkları idam edildi veya yakıldı.

Büyücülükle savaşın ikinci aşaması 15. yüzyılın başında başladı. O zamanlarda Avrupa’da “Kara Ölüm” olarak bilinen Büyük Veba salgını vardı ve bu hastalık 25 milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Ayrıca Yüz Yıl Savaşı sona ermişti. Bu ikinci işkence dalgası içinde en çok bilinen ölüm şüphesiz Jeanne D’arc’ın idam edilmesidir.

Jeanne D’arc’ın Ölümü

Bir vahiyden sonra Joan, İngiliz işgaline karşı Fransız saldırısına öncülük etmiştir. Bu olaydan sonra kilise, D’arc’ı cadı olduğunu öne sürerek yakmıştır. İronik olan durum ise onun ölümünü isteyen kilise sonradan onu kutsamayı seçmiştir. O zamandan beri Jeanne D’arc, idamından sorumlu olan siyasi düzenin zulmüyle ve tanrıça Diana’ya adanmış bir tarikatla ilişkilendirilmiştir.

Genç Joan’ın İngilizlere gelecek olan saldırıyı bildiren sesleri duyduğu Domremy köyü yakınlarındaki ormanın ayrıca tanrıça Diana adına törenler yapan köylülerin buluşma yeri olduğu da söyleniyordu.

Bu ritüeller sırasında köylüler tanrıçanın iyiliğini elde etmek için kutsal bir ağacın etrafında dans ediyorlardı. Hatta bazı kaynaklar Jeanne D’arc’ın da bu törenlere katıldığını ileri sürmektedir.

14. Yüzyılda Yakılan ve Yakılmayı Bekleyen Cadıların Tasviri

Duruşmanın detayları arasında D’arc’ın duruşma sırasında “Göklerdeki Babamız” (Our Father) duasını etmeyi reddettiği de yer almaktadır. Jeanne D’arc aynı zamanda insanların kurban edildiği şeytani ritüellere öncülük ettiği iddia edilen Fransız soylusu Gilles de Rais’in de bir tanıdığıydı. Onu suçlayanlar yakın köylerden çocukları öldürdüğünü de iddia etmişlerdi. Gilles de Rais, bir simyacı ve zamanın gizli toplulukların bir üyesi olarak tarihe geçti.

Büyücülere yapılan zulmün son dalgası, 1484 yılında büyücülüğün kınandığı papalık fetvasıyla başlamıştır. Gündelik sorunlara çözüm bulmak için büyücülüğe başvurmayla kişinin ruhunu şeytana satmasının ilişkili olduğu inancı bu dönemde yaygındı. Cadı olduğundan şüphelenilenlerin hepsi özel olarak hazırlanmış soruşturmacılar tarafından yargılanacaktı.

Malleus Maleficarum ve Cadı Avı

Yüksek statüye sahip Dominiklilerden Jakob Sprenger ve Heinrich Kramer (Henricus Institor olarak da bilinir) Engizisyon’un faaliyetlerini denetlemek zorunda kaldılar ve büyücülük sorunuyla başa çıkmak için bilimsel bir bağlam oluşturmaya karar verdiler. Bu şekilde, 1486’da büyücülük faaliyetinin yorumlanması için kurallar belirleyen Malleus Maleficarum (Cadı Çekici) başlığıyla bilinen eseri yayınladılar.

İlgili Yazılar

Oluşturdukları bu tuhaf tez, büyülere karşı korunma yöntemlerini, Engizisyon tarafından önerilen işkence yöntemlerini, büyücülüğe karışan kişileri tanıma yollarını ve sorgulama tekniklerini içermektedir. Metin, İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca çevirileriyle 35 basımdan oluşmaktadır.

Engizisyon, İspanya’da daha güçlüydü ve Masonluk adı altında Reformun Vatikan’ı vurduğu 16. yüzyıla kadar da etkisi azalmadı. İlk Mason locaları, kilise tarafından zulüm gören Kilise Şövalyeleri’nin çalışmaları sonucunda ortaya çıkmıştı.

Şeytani büyücülük, kara kütle uygulamasını içeriyordu.

Büyücülüğün Kötülükleri mi Yoksa Katolik Kilisesi’nin Kötülükleri mi?

1509 Yılında VIII. Henry Papa tarafından aforoz edilmişti ve Anglikan Kilisesi’ni yönetiyordu. Martin Luther, Vatikan’a saldırdıktan sonra 1521 yılında aforoz edilmişti. Protestanlık etkisini göstermeye başlamıştı ve 1536 yılında John Calvin, Kalvinizmin temellerini atmıştı. Bu dönemde Papa III. Paulus, Roma’daki Engizisyonu başlattı ve bununla birlikte sadece cadılara karşı değil, Protestanlara karşı da işkence dalgasının zirvesi başlamış oldu.

Büyücülük davaları ile ilgili önemli detay ise kadınların mahkûm olanların yaklaşık % 80’ini oluşturmasıydı çünkü kadınların ruhlarının daha zayıf olduğuna ve şeytani etkilere daha kolay boyun eğdiklerine inanılıyordu. Hükümlüler alanda toplanan halkın karşısında çıplak olarak soyulurdu. Daha sonra, o dönemde yayınlanan işkenceyle ilgili çok sayıda el kitabında da bahsedildiği gibi, yargılananlar, cadı olduklarını itiraf etmeleri için farklı işkenceler görürlerdi. Bunlar arasında cinsel ve fiziksel aşağılama, kırbaçlama, tırnak koparma veya suda boğma yer alıyordu.

Su işkencesinde büyücülükle suçlanan kişi suya atıldığında boğulduysa masum sayılırlardı ama eğer hayatta kalırlarsa büyücü oldukları için hayatta kaldıkları düşünülerek yakıldılar. “En şanslı” hükümlüler, kesintisiz işkencenin neden olduğunu anlamayarak bilinçsiz bir durumdayken yakıldılar.

Cadı avcısı mesleği saygın bir meslek olarak görülmeye başlandı ve bir kayıta göre 220 kurbanı avlayan bir cadı avcısının avladığı kişilerin hepsinin kadın olduğu anlaşıldı. Peter Binsfeld adlı bir başka cadı avcısının da büyücülük suçlamasıyla yaklaşık 6 bin 500 kadın ve çocuğu idam ettiği söylenmektedir. 1834 yılında Engizisyon mahkemeleri dağıtıldı ancak son cadılar Polonya’da idam edildikleri 1793 yılına kadar Avrupa’da yakılmaya devam etti.

Salem Cadısı denemelerini gösteren litografi.

Kuzey Amerika’da Büyücülük

Kuzey Amerika’da büyü ve büyücülüğün uygulanmasının iki yolu vardı. Birinin kökeni Pennsylvania’daki bir Alman topluluğuna dayanıyordu, Philadelphia’lı bir grup doğayla iletişim kurmak için büyücülük kullanıyordu. Özellikle bu grup 1670’ten 1700’e kadar yaz gündönümünü kutlamak için törenler düzenleyip ve bereket tanrılarına adaklar vermişlerdi. Daha sonra inanç sistemlerine ek unsurlar ekleyerek Ana Tanrıça kılığında ilahi güce ibadet etmeye odaklanan bir dini sisteme inandılar. Bu grubun büyücülük uygulamaları arasında trans halinde olma, astral seyahatler ve tılsımların kullanımı yaygındı.

Kuzey Amerika’da gerçekleşen ikinci büyü biçimi pratik tarafa odaklanılan ve iyi yapılandırılmış bir sistemden oluşmuyordu. Bu anlamda, büyücüler, sevgi ya da şans için, hatta değerli metalleri tespit etmek için şifa ritüelleri ve büyüleri gerçekleştirmişlerdir. Şaman ritüellerinden ve Yerli Amerikalıların inançlarından esinlenen bir tür sihir uygulamakla tanınan bu büyücüler arasında, düşmanlarını hasta etmek ve hatta öldürmek için kara büyü ile uğraşanlar da vardı.

Şeytani sihir söz konusu olduğunda ise bunu şeytanla bir anlaşma yapmış olan ve ruhlarını pazarlığın bir parçası olarak şeytana sunmuş olan cadılar tarafından uygulandığı düşünülüyordu. Bu cadılar geceleri gizlice dolaşıp siyah kitleleri tuttukları kiliseleri ziyaret ediyorlardı. Cadılar Hıristiyan ritüellerini ve sembollerini tersine çeviriyorlardı.

Eucharist, kurban edilen hayvanların veya cadıların kanıyla gerçekleştiriliyordu. Şeytanla anlaşmış olan bir cadıyı tanımanın bir yolunun, yapılan anlaşmanın bir sonucu olarak vücutta göründüğü iddia edilen bir işaretin varlığıyla olduğu söyleniyordu. Bu sebepten birçok masum insan vücutlarında büyük benler, yara izleri veya doğum izleri olduğu için ölüme mahkûm edildi. Engizisyoncular, bu izlerin bir iğne ile delindiğinde kanamaması durumunda, aslında cadıların izleri olduklarına inanıyorlardı.

Aleister Crowley, cinsel büyüsüyle hatırlanan bir İngiliz okültist ve sihirbazdı.

Ünlü Salem Cadı Mahkemeleri

Muhtemelen tarihin en bilinen cadı avı 1692 yılının kışında, Salem, Massachusetts’te gerçekleşen “Salem Cadı Mahkemeleri”dir. Rahip Samuel Parris’in dokuz yaşındaki kızı Betty ve kuzeni Abigail Williams’a, ailenin Tituba adlı Kızılderili kölesi tarafından atalardan aktarılan büyülü inançlar öğretilmişti. O zamanlar köyden birçok insan kehanet tekniğini bilen Tituba’ya başvurmuştu. Zamanla Tituba’nın Salem’den birkaç genç kıza büyücülük uygulamaları öğrettiği dedikoduları yayılmaya başladı. Betty ve Abigail transa girmeye, nöbet geçirmeye ve avluda kurtlar gibi uluyarak koşmaya başladılar. Ayrıca o sırada Ann Putnam adında 12 yaşında bir çocuk farklı bir köyden gelerek bir iblis tarafından kovalandığını söyledi. Doktorlar fiziksel açıdan onunla ilgili yanlış bir şey bulamadılar. Yargıcılar Salem’de olan garip olayları incelemeye başladı ve köy mahkemesinde Betty Parris ile Tituba’yı büyücülük yapmakla suçladı. Suçladıkları tek kişi onlar da değildi. Ayrıca köyde bir adamla yaşayan bekar bir kadın olan Sarah Osborne’u da suçladılar. Pipo içtiği bilinen alkolik bir dilenci olan Sarah Good da suçlananlar arasındaydı.

Duruşma sırasında Tituba, astral durumdaki bedenini Ann Putnam’a saldırmak için kullandığını itiraf etti. İtirafının bir sonucu olarak, rahip Parris onu ölüme mahkûm etmek yerine onu satmayı tercih etti. Bu arada Sarah Osborne, Sarah Good ve diğer 17 kadın büyücülük yaptıkları için idam edildi.

Salem cadı davaları, gelecekteki cadı davaları için yasal bir emsal oluşturdu. Bu andan itibaren, hayali varlıklarla ilgili suçlamalar bile mahkemede kanıt olarak kabul edildi. Bu şekilde birisi sevmediği bir kişiden çok kolay bir şekilde cadı olduğunu söyleyerek kurtulabilirdi. Tek yapmaları gereken, bireyin hayalet çiftinin saldırısına uğradıklarını ve bireyin büyücülük yaptığını söylemekti. Böyle bir suçlamadan kaçış yoktu, çünkü fiziksel bedenin yanında bir de hayali bedenin bu suçları işleyebileceğine inanılıyordu.

20. Yüzyılda Büyücülük Tarihi

Bu kadar uzun bir büyücülük geçmişine rağmen, büyücülük ortadan günümüzde de kalkmadı. Aksine, beyazdan kara büyüye kadar uzanan bir dizi uygulama ile gelişti ve daha da çeşitlendi. Tarihte kara büyünün en tanınmış temsilcileri Aleister Crowley ve Anton Szandor Lavey’dir.

Aleister Crowley, Altın Şafak Hermetik Cemiyeti olarak bilinen gizli topluluğun bir parçasıydı. Toplumu kendi çıkarları için kontrol etmedeki başarısız girişiminden sonra, cemiyetten atıldı. Tarihe “Tarihin En Kötü Adamı“ya da onun da sevdiği gibi “Büyük Canavar” olarak geçti. Ayrıca, Eleusis’in yedi ritüelinin sembolik bir tekrarı olarak gördüğü ve katılmak isteyenlerin muazzam miktarda para ödemek zorunda kaldığı halka açık törenler düzenledi. Kara ve cinsel büyünün bir başka ustası olan Anton Szandor Lavey, cinsel enerjiyi açığa çıkarmanın özel bir gizli enerji yüküyle sonuçlanabileceği fikrini desteklediği Evrensel Şeytan Kilisesi’ni kurdu.

Beyaz büyü, doğayla ve doğanın sunabileceği güçlerle yeniden bağlantı kurma çabasıyla büyücülüğün tam karşısında yer alır. Eski Kelt geleneklerine dayanan beyaz büyü, uygulayanların meditasyon yaptığı, dolunay boyunca şabatlar düzenlediği, kutsal bir ağacın etrafında dans ettiği ritüellerle genellikle doğanın yenilenme gücünü kutladıkları bir türdür. Bu bakış açısı, asli günah fikrini reddeder, çünkü beyaz büyü, insanların kendi içlerinde tanrısallığı içeren kutsal varlıklar olduğuna inanır.

Çeviri: Şevval Tufan

Kaynak Ancient-Origins

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More