Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Antik Dönem Mezarları Hakkında Tüm Detaylar

Mezar, ölülerin kalıntılarının muhafaza edildiği kapalı alandır. Geleneksel olarak mezarlar mağaralarda, yer altında ya da bilhassa ölü insanların ceset kalıntılarının, çoğu zaman da değerli malları ve sevdikleriyle gömülürlerdi.

0 21.211

Mezar, ölülerin kalıntılarının muhafaza edildiği kapalı alandır. Geleneksel olarak mezarlar mağaralarda, yer altında ya da bilhassa ölü insanların ceset kalıntılarının, çoğu zaman da malları, sevdikleri ve yahut ta tıpkı Ur şehrindeki Büyük Ölüm Çukuru olarak bilinen mezarda olduğu gibi kölelerinin tutulması amacıyla tasarlanmış yapılarda bulunur. Tarihi yaklaşık olarak MÖ 12.000’e dayanan İsrail’deki Natufian Mezarında köpeği ile gömülmüş bir adamın kalıntıları bulunmaktaydı. Mezarlar her zaman ölülerin evleri olarak görülürdü ve yapılan her mezar bu konsept doğrultusunda inşa edilirdi. Mezar, ruhu, yaşamına başka bir alemde devam edecek olan ölünün nihai istirahat yeridir.

Kişisel eşyalar veya evcil hayvanlar genelde merhumla birlikte defnedilirdi zira öbür tarafta onlara gerek duyulacağı düşünülürdü. Bir mezarın inşası ayrıca gömülü kişinin statüsünü ve belirli bir kültürün öbür dünyaya dair inançlarını yansıtırdı. Mezopotamya’dan Roma’ya, eski kültürler ölülerin öbür tarafta yaşamaya devam ettiklerini savunurdu ve ruhlarla ilgili eski hikayeler (örneğin MS 100 yılında Romalı yazar Genç Plinius tarafından anlatılan meşhur bir tanesi) ölü kişinin yanlış defnedilişi ile ilgiliydi. Mezopotamya, Çin, Yunan ve de Mayalar kadar çeşitli kültürlerden gelme eski yazıtların hepsi, saygılı bir defnin önemine, merhumun yad edilişine ve de bunları yaparken çuvallamanın korkunç sonuçlarına değinmektedir.

Antik Mısır’da Mezarlar

Antik zamanlardaki en gösterişli mezarlar Mısırlılar tarafından krallar ve firavunlar için inşa edilmişti. Başlangıçta, Mısırlılar, sonralar dingilleri ve yere çakılmış boşlukları desteklemek için kullanılmış kuru tuğladan yapılma mezarlar olan mastaraları inşa etmişlerdir. Her mastabada ölünün ruhunun şerefine yapılacak seremoniler için geniş bir oda, daha küçük bir yan oda, ruhu seremonilere tanıklık edip eğlensin diye ölü kişinin heykelinin konulduğu bir de soğuk oda (çok sıcak havalarda oturulan yer altı odası) bulunurdu. Mastaba sıradan insanlar için bir mezar olarak devam etmiş fakat kraliyet ailesi için piramit olarak bilinen yapılar ile değiştirilmiştir. Sakkaara’daki Basamaklı Piramit ile başlayarak, kraliyet piramitleri, Giza’daki Büyük Khufu Piramidi’nin (MÖ 2551-2528 yapılan) inşasında görkemli yüksekliklerine ulaşacaktı. Kraliyet piramitleri merhum kralın hayatını ve başarılarını resmeden çizimlerle bezenir ve ruhun öbür tarafta cennette ihtiyacı olabilecek tüm gereksinimlerle doldurulurdu. Firavunlar, Krallar Vadisi olarak bilinen alana defnedilirlerdi ve mezarları, kutsal hükümdar statülerini yansıtan özenle işlenmiş ebedi evlerdi.

Saqqara’daki Basamaklı Djoser Piramidi

Mezopotamya Mezarları

Antik Mezopotamya mezarları genellikle mastabaya benzerdi fakat Mısır’da olduğu gibi, kraliyet ailelerinin mezarları daha şatafatlıydı. MS 1920’lerde Leonard Wooley tarafından gerçekleştirilen arkeolojik kazılar altın, lacivert taşı ve akikten (en dikkat çekeni Kraliçe Puabi’nin tacı) oluşan ince eserlerin bulunduğu Ur’daki Kraliyet Mezarlığını ortaya çıkardı. Wooley tarafından ‘’Büyük Ölüm Çukuru’’ olarak adlandırılan mezarın birinde, altı muhafız ve 68 saray kadınının bedenleri bulunmuştu. Bu kişilerin, kralın ayrıcalık tanıdığı kişiler oldukları ve ona öbür tarafa giderken eşlik etmeleri için seçildikleri düşünülüyor.

Güneyde Sümer bölgesinde veya kuzeyde Akat’ta olsun, Mezopotamyalılar ölünün düzgün defnedilmesi hususunda o kadar yakından ilgilenirlerdi ki merhuma bakmaya devam edip kötü ruhların dadanmalarından ortaya çıkan sorunları engellemek için mezarları çoğunlukla evlerinin içine veya yanına inşa ederlerdi (benzer uygulama hayalet ruhlara derin korku besleyen Maya kültüründe de gözlenmiştir). Oraya vardığında merhum tarafından ahiretin tanrılarına sunulacak, en sadeleri bile olsa, hediyeler gibi kişisel eşyalar da bu mezarlara konurdu. Mezopotamya genelindeki kazılarda çıkarılmış mezar eşyalarının gösterdiği gibi, krallar tanrılar için elbette daha gösterişli hediyeler ile gömülürdü.

Maya Uygarlığının ve Kral Pakal’ın Mezarları

Maya hükümdarlarının mezarları diğer kültürlerin krallarınınkiler ile hemen hemen aynı şekilde inşa edilmişti çünkü hem tarz hem yapı açısından gösterişliler idi ve de bir kişinin ahirette gereksinim duyabileceği tüm gerekli şeylerle dolulardı. Palenque kralı Kral K’inich Janaab Pakal’ın (MS 603-683) mezarının duvarları, Pakal’ın dünyevi yaşamından tanrılar alemine geçişinin resimleri ile bezenmişti ve yine aynı temayı yansıtan detaylı bir şekilde oyulmuş bir sandık taş içine defnedilmişti. Bazı kişiler oymaların Pakal’ın bir füze sürdüğünü gösterdiğini ve böylece bunların Maya Uygarlığıyla çok eski uzaylı etkileşiminin kanıtı olduğunu iddia etseler de bu teori bilim camiası tarafından makul görülmemektedir.  Bazılarına bir füze gibi gelen sandık taşının üzerindeki oyma, bilim insanlarınca Pakal’ın cennete gittiği Hayat Ağacı olarak kabul edilmektedir. Tıpkı diğer hükümdarlar gibi, King Pakal’a endamına ve başarılarına yaraşır ve onu bu onura layık görmüş halkı tarafından inşa edildiği düşünülen bir mezar bahşedilmiştir. Halbuki, Çin’in ilk hükümdarının mezarına ölümünden önce başlanmış, ülkenin her bölgesinden gelmiş zorunlu işçiler tarafından inşa edilmişti.

Çin Mezarları & Şi Huangın Mozalesi

Çin’de bulunan Şi Huang’ın mezarında, imparator öbür tarafta kendi emrinde olan daimî bir ordusu olsun diye 8 bini aşkın Terracotta Savaşçısı, onların silahları, savaş arabaları ve atlar vardı. 141 fit (43 metre) uzunluğa uzanan bu mezar, ilk kez MS 1974’te Xi’an kentinde keşfedildi ve Şi Huang’ın birlikte gömüldüğü büyük serveti korumak için kurulduğu söylenen çeşitli kapanlardan korkulduğu için henüz kazılıp çıkarılmış değildir. 700 binden fazla işçi, Şi Huang’ın hüküm sürdüğü ve de öbür tarafta da hükmetmeye devam edeceği dünyayı temsil edecek mezarı inşa etmek için işe koyulmuştu. Çin’deki boyut ve alan açısından o kadar görkemli olmayan diğer mezarlar da ölünün, başka bir alemde başka bir biçimde var olmaya devam edeceği, iyi ya da kötü, hayattakilere etkisi olmaya, kalıntılarına saygı gösterildiğine ve hatırlarına hürmet edildiğine bağlı olarak devam edeceği inancını yansıtmaktadır.

Yunanistan’da Mezarlar

Yunanistan’da zenginlerin mezarları, genellikle yatmakta olan ölülere ev çok süslü biçimde dekore edilmiş taştan yapılar olduklarından mimari açıdan modern anıt kabirler ile yakından ilişkili idi. Yunanlar ölü kişiyi anmanın, ruhun varlığının öbür tarafta da devam etmesi için gerekli olduğuna inandıklarından, Yunan mezarları hayattakilere ölen kişinin yaşamında kim olduğunu hatırlatmak amacıyla o kişiyi sık sık hayatın içinden sıradan ortamlarda (örneğin yemeğe otururken, arkadaşlarla ya da aileyle zaman geçirirken gibi) resmetmiştir. Yunanlar sevdikleri birinin ölüm yıldönümünü, mezarlarını ziyaret ederek ve onlarla sohbet ederek anıyor ve ölülere hatırlandıklarını göstermek için adlarını söylediklerinden her daim emin oluyorlardı.

İlgili Yazılar
Lahit mezar

Akropolis’in aşağılarında, Atina’da, sıradan vatandaşların mezarları,  aynı tür sahneleri daha varlıklılarda olduğu gibi, her zaman anma töreninin sonlarına doğru olduğunu tasvir etmektedir. Savaşta hayatını kaybeden askerler genellikle meydanda toplu mezarlara gömülür, şehitleri onurlandırmak için bir tane de işaret (genellikle savaşın adını ve tarihini gösteren bir anıt) kullanılırdı. Bununla birlikte, ölenlerin anısını canlı tutmak yaşayanlara kalmıştı ve çoğu kez bu amaçla, kişinin ailesi tarafından, ölüm yıldönümü töreninde gerçek bir mezar görevi görecek bir işaret dikilirdi. Miken Uygarlığı (MÖ 1900-1100) dönemindeki mezarlar, kökeni Girit Adasında eski Girit mimarisindeki gelişmelerden geldiği düşünülen tholos mezarları veya arı kovanı mezarları olarak bilinmektedir. Bu arı kovanı mezarlarının en ünlülerinden bir tanesi yaklaşık olarak MÖ 1250 yılında inşa edilmiş olan Atreus’un Hazinesi’dir. (namı diğer Agamemnon’un Mezarı, aşağıdaki resimde)

İskoçya ve İrlanda’da Neolitik Mezarlar

İskoçya’da Orkney’deki Maeshow geçit mezarı gibi mezarlar, Antik Yunan’dakilerle, özellikle de arı kovanı mezarlarıyla kayda değer şekilde benzerlik göstermektedir. Kartal Mezarları (yine Orkney’deki) MÖ 3000’e dayanmaktadır ve zaman içinde mezarlarda oralara gömülmüş 300’ü geçkin kişinin kemikleri olduğu ortaya çıkmıştır. İnsanların iskelet kalıntıları arasında, mezara ismini veren 700’ü aşkın ak kuyruklu kartal vardı. Bu mezarların hiçbirinde hiç bir kişisel eşya bulunmamıştır fakat bu eksiklik eskiden mezarların yağmalanmalarına yorulmaktadır. İskoçya genelindeki Neolitik mezarların hepsi, diğer kültürlerde de olduğu gibi öbür tarafta ölülerin evleri olarak tasarlanırdı. Örneğin Maeshowe’da bir mezara girebilmek için birisinin koca bir taşı kenara çekip daha sonra ölülerin dünyasını temsil eden boş odaya inmesi gerekir.

Aynı yapı ve fikir, MÖ 3300-2900 arasında inşa edilmiş dünyanın en eski mezarlarından (Giza Piramitleri ve Yunanistan’daki Miken Medeniyeti’nden de eskiye dayanan) biri olan İrlanda’daki ünlü Newgrange geçit mezarlarında da görülmektedir. Maeshowe gibi Newgrange da kış gündönümünde iç odanın karanlığına yalnızca bir kısım ışık demeti girmesine izin verecek şekilde dikkatlice inşa edilmişti ve bu da düşünülüyor ki, ölü kişinin ebedi yaşamını simgelemek içindi. İrlanda’daki en eski geçit mezarları, Carrowmore’daki en büyük megalitik mezarlığıyla Sligo Kontluğunda bulunmaktadır. Dolmen olarak bilinen İrlanda’daki diğer mezarlar Carrowmore mezarları ile aynı şekilde inşa edilmiştir. Carlow Kontluğun’daki Brownshill Dolmen, yerin altına yapılan mezar odası geleneğini sürdürmekte, ancak 100 ton (Avrupa’nın en ağır taşı olduğu düşünülen) ağırlığındaki dik megalitlerin üzerine yerleştirilmiş bir kapak taşı ile de ayırt edilmektedir ve Meath’teki The Mound of the Hostages olarak bilinen mezar, Newgrange’la benzerlik göstermektedir çünkü o da bazı günlerde doğan güneş, gömü odasının içini aydınlatacak, yeniden doğuşu ve hayat ışığını simgeleyecek şekilde inşa edilmiştir (MÖ yaklaşık 3000’te).

Antik Hindistan Mezarları

Tac Mahal’de günün erken saatlerinde görünen sis
Mark Read / Lonely Planet

Bu konsept, başlangıçta mezarların mağaralar olduğu ve kayalıklara oyulduğu, fakat nihayetinde ölülerin yaşamlarını kutlayan ve yaşayanlar tarafından hatırlanarak ölümsüzlüklerini sağlayan türbelere dönüştüğü Hindistan mezarlarında da aynı ölçüde görülmektedir. Hindistan’da ölülerin kalıntılarıyla başa çıkmanın en yaygın yöntemi ölülerin yakılmasıydı ve bu nedenle mezarlar diğer kültürlerde olduğu kadar benimsenmemişti. Hindu dini inanışları, ölülerin yakılmasını ve kişinin küllerinin saçılmasını desteklerdi fakat İslam’ın ülkeye gelmesiyle birlikte ölen kişinin fiziksel kalıntılarının önemi vurgulanmış ve mezarlar, ölüleri onurlandırma ve hatırlama aracı olarak daha yaygın hale gelmiştir. Bunun en ünlü örneği, çok eski olmasa da MS 1631 yılında karısı için Şah Cihan tarafından yapılan Tac Mahal’dir.

Roma Mezarları & Yeraltı Mezarlıkları

Antik Roma’daki mezarlar, Mısır’da ve diğer yerlerde olduğu gibi, ilk başlarda yeraltı veya mağara definleriyle başlayıp, ölülere barınak olacak daha ayrıntılı yapılara dönüşerek aynı gelişme sürecini izlemiştir.

Roma mezarları ayrıca kişilerin yaşamlarını anıtlaştırırdı fakat Yunanistan veya Hindistan’dakilerden farklı olarak, heykel veya kabartma yerine genellikle ölen kişinin yaptığı şeylerin okunup anlatılabileceği yazıtlar içerirdi. Romalılar, hayattakiler ile ölüler diyarı arasındaki ayrımı belirtmek için şehrin dışında bulunan mezarlıklara gömülürlerdi. Mezopotamya’da olduğu gibi, Romalılar da ölülerin ve ruhların geri gelmesinden korkarlardı ve belirli bir amaç için kehanet yoluyla çağrılmadıkça, hayalet ruhların güçlü bir kötülük olduğunu düşünülürdü. Zengin Romalılar, özenle hazırlanmış mezarlara büyük bir ihtişamla defnedilirken, daha mazlum olanlar şehrin dışındaki mağaralara gömülür veya yakılırlar idi. Ölülerin yakılması, cesetlerden kurtulmanın en yaygın yoluydu ve daha sonra küller, evde bir şeref köşesine konuşlanmış bir küpte tutulurdu. Bununla birlikte, Hıristiyanlığın yükselişi ve ölülerin bedensel dirilişine olan yeni inanç, ölülerin yakılmasında bir azalmaya ve de mezarlıklarda ölenler için yer kalmamasına neden olmuş, duvarlarda cesetler için rafların olduğu toprağa kazılmış yeraltı mezar tünelleri, Antik Roma’daki en yaygın mezar türü haline gelmiştir.

Çeviri: Murat Demir

Mark, Joshua J. “Tomb.” Ancient History Encyclopedia. Ancient History Encyclopedia, 02 Sep 2009.

Kaynak ancient.eu

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More