Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

2022 Yılına Damga Vuran 10 Arkeolojik Keşif

Arkeoloji her zaman gizemlidir ve bunu keşfedenler unutulmazdır. Nereye Dergisi her sene klasikleştiği üzere yılın en popüler arkeolojik keşiflerini sizlerle paylaşıyor. Şimdi arkanıza yaslanın ve 2022 yılına damga vurmuş arkeoloji haberlerini okuyun.

0 2.117

Arkeoloji her zaman gizemlidir ve bunu keşfedenler unutulmazdır. Nereye Dergisi her sene klasikleştiği üzere yılın en popüler arkeolojik keşiflerini sizlerle paylaşıyor. Şimdi arkanıza yaslanın ve 2022 yılına damga vuran arkeoloji haberlerini okuyun.

Firavunun Tabutunun İçinden

Kahire, Mısır

JARRETT A. LOBELL

I. Amenhotep’in çiçeklerle süslenmiş 21. Sülale dönemine ait ahşap tabutu

Bilim insanları için kadim Mısır firavun sülalesinden birinin tabutunun içine bakma fırsatı her gün çıkmaz elbette  ve bunu yapabilmek için de tabutu açmaktan başka bir yol yokmuş gibi görünebilir. Ancak firavun I. Amenhotep’in (yaklaşık MÖ 1525-1504) içinde bulunduğu lahit günümüzde açılmış ve içindeki mumya neredeyse çözülmüş durumda, bu da Mısır’ın en büyük hükümdarlarından biri hakkında çok sayıda yeni bilgiyi ortaya çıkardı. I. Amenhotep’in 1881’de bulunan mumyası, modern zamanlarda açılmamış olarak bilinen çok az firavun mumyalarından biridir.

Viktorya döneminde zengin patronlar pek çok özel mumya açma partisi düzenlemişlerdir. Projeyi yürüten Kahire Üniversitesi’nden radyolog Sahar Saleem, “Mumya hiçbir zaman açılmadı çünkü o dönemde akademisyenler mumyanın tahrip edilemeyecek kadar güzel olduğunu düşünüyorlardı” diyor. Saleem, cerrahi işlem gerektirmeyen bir BT taraması ile firavunun maskesinin, bandajlarının, vücudunun ve yüzünün 3 boyutlu görüntülerini oluşturdu. “Firavunun yüzünü 3.000 yıl sonra görmek ve babası Ahmose’ye ne kadar benzediğine tanık olmak çok etkileyiciydi” diyor.

I. Amenhotep’in içinde mumya bulunan tabutunun tarama görüntüsü

I. Amenhotep’in mumyası ilk gömüldüğü yerde değil, antik Deyrü’l Bahri şehrinde, çoğu firavun mumyası olan gizli bir mumyalar topluluğunun parçası olarak bulunmuştur. Bu mumyalar 21. Sülale döneminde (yaklaşık MÖ 1070-945) rahipler tarafından toplanmış, tekrar bandajlanıp  yeni tabutlara konularak tekrar gömülmüştü. Fakat çoğunluğu, toplanmadan önce mezar soyguncuları tarafından ağır hasara uğratılmıştı. Saleem’in taramaları, I. Amenhotep’in mumyasını tekrar sarmalayıp defneden rahiplerin, mumyanın başını reçine ile işlenmiş keten bir bantla dikkatlice tekrar bağladıklarını gösteriyor. Boynu, muhtemelen yağmacılar asılı bir kolyeyi kopardığında kırılmıştı. Ayrıca kırık sol kolunu düzgünce yerleştirdiler, karnındaki bir deliği kapattılar ve içine altın muskalar koydular. Saleem, “Bu çalışma, 21. Sülale’nin rahiplerinin I. Amenhotep’in mumyasını tekrar gömerken, altın süsleri korurken ve içine çok sayıda muska yerleştirirken gösterdikleri büyük özene dair kanıtlar sunuyor” diyor.

I. Amenhotep’in mumyasına ait tarama görüntüsü

Bu, amacın süsleri çalmak olduğu yönündeki modern iddiaların aksine, rahiplerin firavun mumyalarını korumak için tekrar gömme konusundaki iyi niyetlerine olan güveni tazeliyor.” Ayrıca firavunun sağ kolunun, orijinal mumyalama pozisyonunda göğsünün üzerine katlanmış olduğu da görülebildi. Saleem, “Kolların göğüs üzerinde katlanması, ölümden sonraki yaşamın tanrısı Osiris’e benzetmek amacıyla firavun mumyalarındaki karakteristik özelliklerden biriydi” diyor. ” I. Amenhotep’in mumyası, daha sonraki tüm antik Mısır mumyaları için standart hale gelen bu mumyalama tarzının ilk örneğidir.”

Azteklerden Yeni Buluntular

Mexico City, Meksika

BENJAMIN LEONARD

Templo Mayor (Büyük Tapınak)

Yenilikçi koruma teknikleri ve gelişmiş mikroskopi, Leonardo López Luján liderliğindeki bir arkeolog ekibi tarafından Azteklerin ya da Meksikalıların başkenti Tenochtitlan’daki Templo Mayor’un eteklerinde ortaya çıkarılan ve son derece iyi korunmuş 2.550 ahşap eserden oluşan koleksiyonun yapılışına ve sembolik önemine ilişkin yeni bilgiler ortaya koyuyor. Aralarında asalar, kulak delikleri, burun ve parmak halkaları, minyatür maskeler ve silahların da bulunduğu incelikle üretilmiş oyma objelerin 1486 ile 1502 yılları arasında ve ritüel adakları olarak gömüldüğü düşünülmekte. Tüm eşyalar Meksikalıların tapınakta saygı gösterdikleri tanrılarla, savaş tanrısı Huitzilopochtli ve yağmur tanrısı Tlaloc ile ilişkilendirilmiş. Rahipler ahşap eşyaları, içinde deniz kabukları, bitkiler, hayvan ve insan kemikleri de bulunan taş kutulara yerleştirmişler. Templo Mayor Projesi konservatörü Adriana Sanromán, “Adakların çoğu sular içindeydi veya çok yüksek oranda nemlenmişti,” diyor. “Bu koşullar ahşap objeleri hem korumuş hem de bozulmalarına neden olmuş.” Sular içinde olmak ahşabın ve birçok eşyanın üzerindeki boyalı süsleme izlerinin korunmasına yardımcı olsa da, kimyasal süreçler ahşap yapıları zayıflatmış ve adakların gömülmesinden bu yana geçen yüzyıllar boyunca çatlaklara ve diğer deformasyonlara yol açmış.

Sol üstten sağa: kulak delikleri, 2 Tlaloc maskesi, yıldırımlar asası

Sanromán ve ekibinden María Barajas, bulunduğu koşulları iyileştirmek ve daha fazla zarar görmelerini önlemek için sürdürdükleri çalışmalar sırasında eserleri, ahşabın hücre yapısındaki suyun yerini alan yüksek konsantrasyonlu sentetik bir şeker karışımının içine tuttular. Ardından kurutup fazla şekeri temizlediler. Bu karmaşık, çok aşamalı koruma süreci bir yıl kadar sürebilmekte. Araştırmacılar, küçük ahşap örneklerini taramalı elektron mikroskobu altında inceleyerek, Meksika sanatkârlarının adakları üremek için kullandıkları farklı ahşap türlerini belirlediler. Örneklenen objelerin çoğu orta Meksika ormanlarından elde edilen çam ağacından oyulmuş, diğerleri mesquite, köknar, selvi, kızılağaç veya kelebek çalısından yapılmış. Barajas, “Bunların hepsi, bu çok ayrıntılı minyatür nesnelerin oyulmasını kolaylaştıran yumuşak ağaçlardır” diyor. Heykeltıraşların belirli ahşap türlerini seçmeleri, kısmen etrafta bulunabilirliğe bağlı olsa da, seçimlerinin dini bir önemi de var gibi görünüyor. Templo Mayor Projesi arkeoloğu Víctor Cortés, “Belirli ahşap türlerinin hem fiziksel nitelikleri hem de sembolik anlamları nedeniyle seçildiğini düşünüyoruz” diyor. “Örneğin, Huitzilopochtli mesquite ile, Tlaloc ise çam ile ilişkilendiriliyordu.”

Yılan asası (üstte) ve mikroskop altında yılan asasından ahşap örnekleri (altta)

Venüs’ün Doğuşu

Willendorf, Avusturya

JARRETT A. LOBELL

Willendorf Venüsü olarak bilinen 30.000 yıllık taş heykelin, Tuna Nehri kıyısında, adını taşıyan köyde bulunmasından bu yana geçen bir asırdan fazla süre boyunca, 11 cm boyundaki heykelciğin etrafında pek çok bilinmeyen dönüp durdu. Ancak heykelin yapımında kullanılan malzemenin nereden geldiğine dair süregelen gizem artık çözüldü ve Gravettian dönemindeki (yaklaşık 30.000-22.000 yıl önce) insanların ne kadar uzağa seyahat ettiklerine dair yeni araştırmaların yolları açıldı. Viyana Üniversitesi’nden Gerhard Weber başkanlığındaki bir ekip, yüksek çözünürlüklü mikro bilgisayarlı tomografi tekniği kullanarak heykelciği taradı.

(Viyana Üniversitesi Evrimsel Antropoloji Bölümü) Tarama sırasında Venüs heykelciği

Birlikte bulunan diğer birkaç heykelcik fildişindendi, ancak Venüs, bileşimi konuma göre büyük ölçüde değişen bir tortul kayaç türü olan oolitik kireçtaşından yapılmıştı. Weber, “Oolit, bir tür jeolojik parmak izi gibi davranıyor” diyor. Ekip, taşın Willendorf’un 100 mil içinde elde edildiğini bulmayı bekliyordu. Bunun yerine, sürpriz bir şekilde, taşın yaklaşık 450 mil öteden, İtalyan Alpleri’ndeki Sega di Ala yakınlarından geldiğini keşfettiler. Araştırmacılar heykelciğin muhtemelen dağların ötesine taşınmadan önce bulunduğu yerde oyulduğuna inanıyor. Weber, “Bu yolculuk yıllar, on yıllar ya da yüzyıllar sürmüş olsa da, Alpler’de bir yol bulmak Buzul Çağı’nda her zaman hayal ettiğimiz kadar büyük bir engel olmayabilir” diyor.

Willendorf Venüsü

Yüksek çözünürlüklü taramalar, araştırmacıların heykelin yapısal bileşenlerinin bizleri şaşırtan ayrıntılarını görmelerini de sağladı. Artık kireçtaşının yüzeyinde yer alan yarım küre şeklindeki boşlukların bir zamanlar kireçtaşından daha sert oldukları için oyma işlemi sırasında muhtemelen dökülen limonitler veya demir oksit dolglarıyla doldurulduğunu biliyorlar. Bu boşluklardan biri heykelciğin karnının ortasında, göbeğin olması gereken yerde. Weber, “Bir aletin açtığı oluklara benzer bazı izler, bu limonitin kasıtlı olarak çıkarılmış olabileceğini gösteriyor; bu da sanatçının heykelciğin sonraki şekli hakkında zaten çok kesin bir fikri olduğu anlamına geliyor” diyor. “Bu bize Paleolitik insanların düşünceleri hakkında çok şey söyleyecektir.”

(Viyana Üniversitesi, Evrimsel Antropoloji Bölümü)
Soldan sağa: Gömülü limonitleri gösteren renkli noktalar; but ve bacaktaki limonit boşluklar; göbek deliği için genişletilmiş mevcut delik

Dünyanın En Eski Pipetleri

Maikop, Rusya Federasyonu

DANIEL WEISS

Güney Rusya’da bulunan ve yaklaşık MÖ 3500 yıllarına tarihlenen sekiz altın ve gümüş borunun yeni bir yorumunda, bunların dünyanın en eski pipetleri olabileceğini öne sürülüyor. Borular, 1897 yılında kazılan ve Maikop kurganı olarak bilinen bir mezar höyüğündeki üç iskeletten birinin yanında bulundu. Zengin bir şekilde döşenmiş höyükte ayrıca seramik kâseler, metal kaplar, silahlar ve yarı değerli taşlar ve altından yapılmış boncuklar ve yüzlerce başka eser de bulundu. İçi boş olan ve yaklaşık 110 cm uzunluğunda ve 1.25 cm’nin biraz altında bir çapa sahip olan boruların önce bir gölgeliği tutmak için kullanılan çubuk veya direkler olduğu düşünülüyordu.

İçki içme ritüelini gösteren Mezopotamya silindir mührü

Rusya Bilimler Akademisi Maddi Kültür Tarihi Enstitüsü’nde arkeolog olan Viktor Trifonov, boruların çok farklı bir amaçla kullanılmış olabileceğinden şüpheleniyordu. Günümüz Irak’ında bulunan ve MÖ dördüncü binyıla tarihlenen Mezopotamya sanat eserlerinde tasvir edilen türden bir toplu içme etkinliğinde pipet olarak kullanılmış olabileceklerini düşündü. Hipotezini test etmek için araştırmasını, tüplerin, bir içeceğin safsızlıklarını filtrelemeye yardımcı olabilecek şekilde delikli olan gümüş uçlarına odakladı. Trifonov bu uçlardan birindeki kalıntıyı analiz etti ve arpa nişastası granülleri, fosilleşmiş bitki dokusu parçacıkları ve ıhlamur ağacından bir polen tanesinin varlığını ortaya çıkardı; bu da boruların bira içmek için kullanıldığına dair olası bir kanıt oluyordu. Bu şekilde yurttaşlarıyla birlikte içki içme uygulamasının muhtemelen Mezopotamya’da ortaya çıktığına ve daha sonra Maikop çevresindeki bölgeye yayıldığına inanıyor.

Neolitik Av Tapınağı

Cibal el-Haşebiye, Ürdün

ERIC A. POWELL

Av tapınağı

Yaklaşık 9.000 yıl önce Ürdün’ün güneydoğusundaki çöllerde avcılar, şimdiye kadar ortaya çıkarılan en eski ritüel yapılardan biri olan taş bir tapınak inşa etmişlerdi. Al-Hussein Bin Talal Üniversitesi’nden arkeolog Mohammad Tarawneh ve Fransız Yakın Doğu Enstitüsü’nden Wael Abu-Azizeh başkanlığındaki bir ekip, tapınağı bir “çöl uçurtması” şebekesinin yakınındaki Neolitik bir kamp alanında keşfetti. Çöl uçurtmaları, genellikle birkaç mil boyunca uzanan ve ceylan gibi avların sürülüp daha sonra kolayca yönlendirilebileceği, etrafı çevrili korumalı bir alanda birleşen kaya duvarlı korıdorlardan oluşur. Ekip daha önce tapınağın yakınındaki uçurtmaların Neolitik döneme (Ürdün’de 12.000 ila 7.000 yıl önce) ait olduğunu tespit etmişti ve şimdi de tapınağın bu devasa avlanma bölgesiyle bağlantısına dair net kanıtlar keşfetti.

İlgili Yazılar
Deniz fosilleri

Bu tapınak da uçurtma modelinde ve daha  küçük boyutlarda inşa edilmiştir,  yapıda bulunan iki dikili taştan biri stilize bir çöl uçurtması tasviri taşımaktadır. Ekip ayrıca bir ocağın yakınında üzerinde çok sayıda kesik bulunan büyük bir taş sunak ortaya çıkardı. Abu-Azizeh, “Bir hipoteze göre bu taş sunak, tapınakta gerçekleştirilen ritüel faaliyetler kapsamında ceylan etlerini parçalamak için kullanılıyordu” diyor. “Ritüel performans büyük olasılıkla başarılı avlar için doğaüstü güçleri çağırıyordu.” Tapınakta 150 kadar deniz fosilinden oluşan şaşırtıcı bir gizli bölme de bulundu, ancak koleksiyonun amacı bilinmiyor.

En Eski Maya Takvim Tarihi

San Bartolo, Guatemala

ERIC A. POWELL

7 Geyik gündüz işareti (solda), 7 Geyik gündüz işaretinin çizimi (sağda)

San Bartolo antik kentindeki bir piramidin tabanında keşfedilen yaklaşık 2,5 cm genişliğindeki geyik başı resmi, bugün hâlâ kullanılmakta olan 260 günlük Maya ritüel takvimine ait bilinen en eski notasyondur. Austin-Texas Üniversitesi’nden arkeolog David Stuart ve Skidmore College’dan Heather Hurst ile arkadaşlarından oluşan bir ekip tarafından “7 Geyik” olarak tercüme edilen glif, piramidin iç duvarlarından birini süsleyen bir duvar resminin parçası olarak MÖ 250 civarına tarihlenmiş. Erken Maya yazısını taşıyan duvar resminden on bir parça bulunmuştur, ancak 7 Geyik tarihi şimdiye kadar deşifre edilen tek hiyeroglif yazıttır.

Renkli duvar resmi parçası

Ekip, glifin MÖ üçüncü yüzyılda oldukça eski bir sanatsal ve edebi geleneği izleyen bir kâtip tarafından resmedildiğine inanıyor. Hurst, “7 Geyik tarihi zarif bir kaligrafik kaliteye sahip” diyor. “Onu boyamak için kullanılan fırça darbelerindeki hassas hareketleri görebiliyorsunuz.” Hurst, gün işaretinin bir tür başlık işlevi gördüğünü, belki de piramidin daha büyük bir astronomik gözlemevinin parçası olarak oynadığı rolle ilgili önemli bir tarihe işaret ettiğini açıklıyor. Stuart, 7 Geyik’in Mayaların güneş yılının başlangıcını işaretlemek için hâlâ kullandıkları tarihlerden biri olduğuna dikkat çekiyor “Bu bir Yeni Yıl tarihlemesi” diyor ve şöyle devam ediyor; “Bu, piramidin ormanda bir tür güneş gözlem platformu olarak işlev görmesiyle bağlantılı olmalı.

Sanatkârların Mezarı

Huarmey, Peru

DANIEL WEISS

Mezar (solda), mumyası (sağda)

Varşova Üniversitesi’nden arkeolog Miłosz Giersz başkanlığındaki bir ekip, Peru’nun kuzey kıyısındaki El Castillo de Huarmey bölgesinde, Wari İmparatorluğu’nda (MS 650-1000) güçlü konuma sahip bir erkeğe ait kalıntıların bulunduğu bir mezar ortaya çıkardı. Günümüz Peru’sunun büyük bir bölümünü kontrol eden Wariler, yerel halkın beğenisini kazanmak için askeri akınlara ve sulama projelerine güveniyorlardı. Mezardaki adam mumyalanmıştı ve sargılar içindeydi. Yakınlardaki odalarda altı kişinin muhtemelen başka bir erkek, iki kadın ve cinsiyeti henüz belirlenemeyen üç ergenin daha kalıntıları bulundu. Giersz, “Belli ki elit tabakaya mensuptular çünkü onları önemli eserlerle –elitlere ait kıyafetleri olan altın ve gümüş küpelerle- gömülü olarak bulduk” diyor. “Ama asıl ilginç olan, bu adamların savaşçı gibi görünmemeleri.”

Sol üstten sağa: Altın ve yarı değerli taş küpe, altın başlık süslemesi, boyalı deri

Wari ikonografisinde yüksek statülü erkeklerin çoğu silah taşır durumda tasvir edilirken, bu mezardaki erkeklerin yanı sıra kadınların da son derece yetenekli sanatkârlar olduğu görülüyor. Sargılar içindeki adam, farklı üretim aşamalarındaki tekstil ürünleri, boyalı deri ve sepetlerle birlikte gömülmüş. Arkeologlar ayrıca sazlar, renkli pamuk parçaları ve yün iplikler, çeşitli boyut ve renkte kordonlar ve tutkal olarak kullanılan reçine topları ile sepet yapımında kullanılan bir dizi hammadde buldu. Giersz, mezardaki erkek ve kadınların kemiklerinde, ellerin sanatkârca çalışmalarından ötürü tekrar tekrar kullanılmasından kaynaklanan izler olduğunu, ancak savaşlara bağlı travma belirtileri olmadığını belirtiyor. Kalıntılarda ayrıca osteoporoza bağlı kemik kaybı, hareket eksikliği ve yoğun diş çürümesi gibi ciddi fiziksel problem belirtileri de mevcut. Giersz, bu koşulların mezardaki erkeklerin neden savaşçı olmaya uygun olmadıklarını açıklayabileceğini söylüyor. Mezar, Giersz tarafından 2012 yılında keşfedilen ve 58 tane yüksek statülü Wari kadınının kalıntılarının bulunduğu devasa bir anıt mezara yakın. Yeni keşfedilen mezar, yüksek statülü Wari erkek sanatkârların bulunduğu ilk mezar olma özelliğini taşıyor.

Şehirlerin Kökeni Üzerine

Lagaş, Irak

DANIEL WEISS

Antik Lagaş

Erken Mezopotamya kentsel gelişim sürecindeki geleneksel modele göre, şehirler merkezi bir dinsel anıt kompleksinden başlayarak genişleyen kompakt yerleşimler şeklindedir. Ancak, günümüz Güney Irak’ında yer alan antik Sümer kenti Lagaş’ta yakın zamanda gerçekleştirilen bir uzaktan algılama araştırması, kentin surlar veya su kanallarıyla bölümlenmiş birkaç ayrı kesimden oluştuğunu ortaya koydu. Araştırma, Pennsylvania Üniversitesi arkeologlarından Emily Hammer tarafından Lagaş Arkeoloji Projesi yöneticileri Holly Pittman ve Augusta McMahon ile birlikte yürütüldü. Araştırmada, 750 dönümlük alanın tamamının drone ile fotoğraflanması da yapıldı. Sonuçlar, büyük ölçüde Erken Hanedanlık dönemine (MÖ 2900-2350) tarihlenen Lagaş halkının bir kısmının, her biri sağlam duvarlarla çevrili bir çift uzun kesimde yaşadığını ortaya koyuyor. Bu kesimlerden biri doğuda 100 dönümlük bir alanı, diğeri ise batıda 220 dönümlük bir alanı kaplıyordu. İnsanlar ayrıca kuzeyde 140 dönümlük bir alana yayılan ve su yollarıyla kesişen duvarsız bir kesimde yaşıyor, kuzeydoğudaki çok daha küçük dördüncü kesimde ise büyük bir tapınak bulunuyordu.

Lagaş’ın yeraltı mimari özelliklerini gösteren havadan görünüm

Hammer, şehir Erken Hanedanlık döneminin sonunda büyük ölçüde terk edilmiş olduğundan Lagaş’ın erken dönem yerleşim planının ayrıntılarını tespit edebildi. Dolayısıyla, bölgedeki diğer birçok erken kentin aksine, bin yıl boyunca orijinal düzenini gizleyecek şekilde inşa edilmemiştir. Erken Hanedanlık döneminde Basra Körfezi kuzeybatıya doğru bugünkünden çok daha fazla uzanıyordu ve Lagaş’ın ilk sakinlerini yüksek yerlere yerleşmeye itmiş olabilecek bataklık bir ortam yaratıyordu. Lagaş’ın nüfusunun büyük bir kısmı bölgeyi terk ettikten sonra körfez, güneydoğuya, bugünkü konumuna doğru çekildi. Hammer, “Hep dairesel veya oval şekilli olarak gördüğümüz pek çok güney Mezopotamya kentinin, MÖ ikinci ve birinci binyılda, hatta daha sonra da iskân edilmeye devam ettikleri için bu şekilde görünmeleri kesinlikle mümkündür” diyor. “Körfez geri çekildiği için bu şehirler artık su yolları ve bataklık alanlarla sınırlanmış olmuyordu, dolayısıyla mekânsal olarak bitişik olabilirlerdi. En güneydeki Mezopotamya şehirlerinden bazıları, evrimlerinin bir noktasında Lagaş’a benzemiş olabilir.

En Eski Budist Tapınağı

Barikot, Pakistan

JARRETT A. LOBELL

Sol üstten sağa: Budist heykeli, Budist tapınağı, Budist heykeli, Barikot akropolünün havadan görünümü

Pakistan’ın kuzeybatısında Büyük Gandhara olarak bilinen bölge, MÖ altıncı yüzyıldan MS altıncı yüzyıla kadar Orta Doğu, Orta Asya ve Hindistan uygarlıkları arasında mal ve kültür alışverişi için bir kavşak noktasıydı. Bölgede taşınan en önemli inanç sistemlerinden biri, MÖ altıncı yüzyılın sonları ile dördüncü yüzyılın başları arasında Kuzey Hindistan’da kurulan Budizm’di. Ca’ Foscari Üniversitesi’nden arkeolog Luca Maria Olivieri ve ISMEO ekibi, Gandhara’daki Barikot’ta en azından MÖ ikinci yüzyılın sonlarına tarihlenen bir Budist tapınağı keşfetti. Bu gelişme, tapınağı bölgedeki bilinen en eski Budist tapınağı haline getiriyot ve Barikot’un Budist öğretisinin merkezi ve kutsal bir hac yeri olduğu bilinen dönemde inşa edildiğini gösteriyor. Olivieri, “Şehirde bu kadar erken bir dönemde Budist anıtları olmasını beklemiyorduk,” diyor. “Şimdiye kadar Barikot’ta MS birinci yüzyılın sonundan öncesine ait Budist varlığına dair herhangi bir kanıt elde etmemiştik.” Şimdiye kadar kazılan kalıntılar arasında, üzerine daha sonra dairesel bir tapınak inşa edilen yaklaşık 3 m yüksekliğinde apsisli bir yapı bulunuyor. Yapı, koni şeklinde ikonik bir Budist stupası da içeriyor. Olivieri’nin ekibi, o dönemde Hindistan’daki Budist yapılardan iyi bilinen ancak Gandhara’da çok nadir görülen binanın şekli karşısında şaşırdılar. Ekip ayrıca Budist heykeller ve yazıtlar da buldu.

Budist yazıtlar

Gandhara, dini bir merkez olmanın yanı sıra, Pers Ahameniş İmparatorluğu, Büyük İskender, Kuzey Hindistan’daki Maurya İmparatorluğu ve yeni keşfedilen tapınağın inşa edildiği dönemde iktidarda olan Baktriya veya Orta Asya’dan Hint-Grekler gibi birçok büyük imparatorluk yayılmasının bağlantı noktasındaydı. “Olivieri, “Barikot’un stratejik öneminin yanı sıra Budist topluluklar için de ayrı bir önemi olduğunu şimdi anlamaya başlıyoruz” diyor.

Dünyanın Derinlerindeki Gemi

Weddell Denizi, Antarktika

DANIEL WEISS

Endurance22 keşif araştırma gemisi

Efsanevi kâşif Ernest Shackleton’ın gemisi Endurance’ın enkazı, Kasım 1915’te battığı Antarktika açıklarındaki Weddell Denizi’nin dibinde, suyun yaklaşık 10.000 metre altında keşfedildi. Yaklaşık 45 metre uzunluğundaki üç direkli gemi, Falkland Denizcilik Mirası Vakfı himayesindeki Endurance22 keşif gezisi üyeleri tarafından ve bulunduğu tahmin edilen son konumundan yaklaşık 4,6 mil daha güneyde bulundu. Shackleton, Antarktika’nın ilk karadan geçişini yapmayı amaçlıyordu, ancak planları, Endurance’ın yoğun buz kütlesine saplanması ve 28 kişilik mürettebatın gemiyi terk etmek zorunda kalmasıyla yarıda kalmıştı. Mürettebat, cankurtaran filikalarıyla ıssız Fil Adası’na ulaşıncaya kadar kendilerini kuzeye taşıyan buz kütleleri üzerinde kamp yaparak aylar geçirdiler. Shackleton ve diğer birkaç kişi 800 mil daha ilerleyerek Güney Georgia adasına ulaştılar ve burada mürettebatın geri kalanını kurtarmak için yardım istediler.

Shackleton’ın Endurance’ı buzda mahsur kalmıştı

Endurance’ın sonunu getiren aynı deniz buzları, geçtiğimiz yüzyıl boyunca geminin yerini tespit etmeye yönelik birçok girişimi de engellemişti, ancak 2022’deki çalışmalara tarihsel olarak düşük buz seviyeleri yardımcı oldu. Ekip, uzaktan kumandalı bir dalış robotu tarafından çekilen enkazın videosunu izlediğinde, korunmuş olması karşısında şaşkına döndü, çünkü gemi, muhtemelen soğuk Weddell Denizi’nde ahşap yiyen parazitlerin bulunmaması sayesinde bu kadar sağlam kalmıştı. Seferin keşif direktörü deniz arkeoloğu Mensun Bound, “Endurance kadar sağlam ya da bu kadar temiz ve taze bir enkaz görmedim,” diyor. Görüntüye gelen ilk parçalardan biri geminin dümeniydi; buzlar dümeni koparmış, geminin içine su girmesine neden olmuş ve sonuçta onu kurtarılamaz hale getirmişti. Kamera yukarı doğru kaydırıldığında, geminin kıç tarafında yazılı ismi ve altında Kuzey Yıldızı Polaris’in beş köşeli simgesi görülüyor. Geminin dümeni, her iki çapası ve Shackleton’ın kamarasına açılan lombozların yanı sıra Bound, mürettebatın batan gemiden erzak almak için güvertede açtığı üç deliği de özellikle dikkate değer buluyor. “Üç ton yiyecek çıkarmayı başardılar ve buradan tüm tayınlarına kavuştular” diyor. “Bu yiyecek Fil Adası’na varana kadar yetti ve hayatlarını kurtardığından oldukça eminim.”

Endurance enkazının su altı görüntüsü

Çeviri: Sinan Akbaytürk

Kaynak archaeology

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More