Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

İlk Kentleşme Çabaları: Çatalhöyük

Burası, tarihte ilk defa toplulukların planlı ve sistematik biçimde tahıl yetiştirip hayvanları gütmeye başladığı yerdir.  Çatalhöyük halkı, eşitlikçi bir toplum kurmuştu. Bölgedeki iskelet yapılarının analizi, kadınlar ve erkekler için eşit iş yükü ve beslenme düzeni olduğunu göstermektedir.

0 2.676

Çatalhöyük, bugüne kadar keşfedilmiş en geniş Neolitik yerleşimlerden biridir. Orta Anadolu’daki günümüz Konya ovasında inşa edilen yerleşimin tarihi 9000 yıldan da öncesine uzanır. Çatalhöyük, arkeolojik açıdan proto-şehir olarak tanımlanır. Bu bağlamda, prehistorik dönem avcı-toplayıcıların mağara yerleşimleri ile, erken şehir yapılanmaları arasında bir bağlantıdır adeta. Burası, tarihte ilk defa toplulukların planlı ve sistematik biçimde tahıl yetiştirip hayvanları gütmeye başladığı yerdir.

Çatalhöyük halkı, eşitlikçi bir toplum kurmuştu. Bölgedeki iskelet yapılarının analizi, kadınlar ve erkekler için eşit iş yükü ve beslenme düzeni olduğunu göstermektedir. En önemli Çatalhöyük buluntuları arasında; kemikten yapılmış büyük eşya kümeleri, nadir görülen kesme aletleri, ok başları, obsidiyen adak hediyeleri (bugüne kadar bulunan en eski “cam-ayna” da bunlar arasındadır) ve dünyanın en eski tekstil parçaları yer alır.

Bereketli Hilal ve Mezopotamya’nın kuzeyinde yer alan Çatalhöyük hem coğrafi hem de tarihsel açıdan, Yakın Doğu medeniyetler beşiğini çiftçilik, ekonomi, mimarlık ve endüstri alanlarında genişletmiştir.

Çatalhöyük’teki ilk “karınca yuvası” şeklindeki tümsek, insan yaşamının birçok önemli gelişmesiyle bağlantılı olarak, M.Ö. 7400-7100 tarihleri arasında bir yerlerde ortaya çıkar. Bu gelişmeler; tarım, hayvancılık, sosyal farklılaşma, zanaatçılık (çömlek ve madencilik) ve kişisel seviyede din uygulamalarıdır. Çatalhöyük bölgesi, antik bir nehrin doğu ve batısında yer alan iki adet tümsekten oluşmaktadır ki bu manzara, “çatal-höyük” isminin anlamını yansıtmaktadır. Daha kuzeydeki Çarşamba nehrinin belki de uzak bir kolu olan bu antik nehir şu anda tarlalarla kaplıdır ama o zamanlar, Çatalhöyük ve çevresine yayılan tarıma elverişli ovanın ana su kaynağıydı. Büyük olasılıkla, bu nehrin kuruması, M.Ö. 5600’lerde bölgenin terk edilmesinde önemli bir rol oynamıştı.

Çatalhöyük, Türkiye’nin Neolitik yerleşiminde kazılar.

Keşfedilmesi ve Arkeolojik Önemi

“HEM GEÇMİŞE BAKIŞIMIZDA HEM DE GEÇMİŞİMİZİ YENİDEN YAPILANDIRMA YÖNTEMLERİMİZDE YENİ UFUKLAR AÇAN DEĞİŞİKLİKLER GETİRMİŞTİR.”

Arkeoloji alanında Çatalhöyük ismi esas olarak, burayı keşfedip, 1961 ve 1964 yılları arasında kazılara başlayan İngiliz arkeolog James Mellaart ile bağlantılıdır. Onun bulguları, uygarlığın başlangıcından önceki yaşama dair güncel görüşleri büyük ölçüde değiştirmiştir. Bunlar arasında, M.Ö. 7500’den önce Suriye ve Anadolu’da bulunan en eski kerpiç tuğlalardan birkaç yüzyıl sonra inşa edilen ilk kerpiç tuğladan evler bulunur. Bu evlerin çoğu parlak renkli vahşi hayvan, kuş ve insan figürlerinden oluşan etkileyici duvar resimleri ile süslenmişti. Çatalhöyük’te bulunan çıplak kadın figürleri ise, daha sonraki dönemlerde Anadolu ve ötesinde yaygın olarak tapınılan Ana Tanrıça’nın en eski temsilcileri olarak yorumlanmıştır.

Mellaart’ın Çatalhöyük’teki çalışmaları aniden sonlanır ve sıra dışı bir 30 yıllık aradan sonra, Mellaart’ın Londra Üniversitesi’nden bir öğrencisi olan Ian Hodder, ondan esinlenerek  kazılara başlar. Hodder, 1993 yılında Çatalhöyük arkeolojik kazılarını canlandırır ve mezar eşya ve aletleri de dahil olmak üzere hocasının bulgularını kullanarak, çığır açan “süreç sonrası” yöntemini şekillendirir.

Bu yöntemle; bulunan malzemelerin, ortaya çıkarıldığı zaman, yer ve kültür bağlamında incelenmesi sayesinde, insanların yaşam şeklini anlamamız ve yeniden oluşturmamız kolaylaşmıştır. Böylece Çatalhöyük hem bizim geçmişe dair algımızı hem de bu algıyı anlamlı olarak yeniden yapılandırmaya yarayacak yöntemleri kökten değiştirmiştir.

Bereketli Hilal Haritası

Neolitik Devrim 

Neolitik yerleşimler, göçebe hayattan yerleşik tarımsal hayata geçişi gösterirler. Bereketli Hilal ve Mezopotamya’da M.Ö. 9000’lerde, avcı toplayıcı kabileler, buğday, arpa ve sonrasında bezelye ve mercimek gibi bazı bakliyatları yetiştirmenin ilk yöntemlerini keşfettiklerinde, tarım buralarda çoktan gelişmeye başlamıştı. Gıda üretiminin bu şekilde kontrol altına alınması; organizasyon, sistematikleşme ve teknolojik gelişmeler anlamına geliyordu. Büyük olasılıkla, çiftlik işlerinin tamamlanması ve sonrasında üretilenlerin saklanması, dağıtımı ve tüketimi için gereken yerleşik olma durumu, sonunda 40.000 yıllık göçebe yaşamın sonunu getirdi. Ancak, bu görüşü yıkmaya çalışan bazı bilim insanlarına göre, daha güçlü ve daha kalıcı barınakların inşa edilmesinin sebebi, Genç Dryas (M.Ö. 11.000 civarındaki Buz Çağı’na kısa bir dönüş) sonrası süregelen global ısınmadır. Böylece, yerleşebilecek ılık ve ıslak bölgelerin oluşması, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi için gerekli koşulları hazırlamış oldu. Hangi görüşten olursa olsun, sonuçta Erken Neolitik dönemdeki bu yeni yaşam biçimi; Tarımsal Devrim adını verdiğimiz toplumsal, ekonomik ve kültürel bir değişime sebep oldu.

Arkeolojik bulgular, ilk tarımsal toplumlar ile önemli bazı kültürel gelişmeler arasında güçlü bir bağlantı olduğunu gösterir. Bugüne kadar bulunmuş en eski Neolitik alan olan Göbekli Tepe’deki anıtsal megalitler (işlenmemiş devasa taşlar) dairesel dizimiyle ve yontulmuş süslemelerinin çok-anlamlı sembolizmiyle, antik toplanma ritüellerini akla getirir. Daha ekonomik açıdan bakılırsa, bölgenin bazı kısımları besbelli ortak depolama için kullanılmıştı. Ancak, bu bölgede günlük hayatın izleri henüz saptanmadı. Bu izler, çok daha sonraları, Çömlekçilik Öncesi Neolitik bölgelerdeki konut ve şehir mimarilerinde ortaya çıktı. Bunlardan bazıları; Jericho’daki Tell al-Sultan (M.Ö. 8500-7500), Aşıklı Höyük (M.Ö. 8200-7400) ve Çatalhöyük (M.Ö. 7500-5600)’ tür.

Çatalhöyük özellikle önemlidir, çünkü bölgede yaşayanlar ve onların yaşam biçimleri hakkında bizlere geniş kapsamlı bilgi vermektedir. Hem evlerin zeminlerinin altında hem de ilerleyen dönemlerde sadece mezarlık olarak kullanılarak terk edilen Doğu Höyüğünde bulunan çok sayıda mezar bize gösteriyor ki; Çatalhöyük nüfusu 3500-8000 arasında olup, bu sayı, Neolitik yerleşim grupları için oldukça sıra dışıdır. Çatalhöyük’teki ilk köy hayatının dönüşümü; toplu yapılan ritüel ve cenaze törenlerinin bireysel hale gelmesi ve bireysel konutlarda bulunan özel depolama alanları şeklinde görülür. Bu konutlar ilk başlarda, çok büyük oyukların bileşimi şeklinde, daha çok karınca-yuvası gibi tasarlanmıştı: büyük bir tümseğin iç kısmında bireysel alanlar oluşturmak için yeraltı odaları oyulmuştu. M.Ö. 6000’lerden itibaren, her odanın kalıcı sahipleri ve onların nesilleri evlerini bal peteği hücresi gibi oda-daireler haline getirmeye başladılar.

Kerpiç tuğlalarla yapılmış dörtgen şekilli oda-dairelerin alçı sıvalı duvarları, dövme toprak zeminleri ve çatıyı destekleyen ahşap kütükleri bulunurdu. Bu oda-daireler sıra sıra birbirinin üzerine yığılmış olduğundan, aşağıdaki evlerin çatıları daha yukarıdaki evler için avlu veya patika yol işlevi de görüyordu. Böylelikle, Çatalhöyük’teki konut bileşimleri, 21 metre yüksekliğe kadar varan tüm bir höyük şeklini muhafaza etti. Sokaklar veya geçiş yolları bulunmuyordu. Bunların yerine; her binanın çatısında, genellikle güney taraftaki oda merkezi-ocak üzerinde yer alan büyük bir kapak bulunurdu. Buradan dumanın çıkması sağlanır, güneş ışığı ve taze hava içeri girer ve insanlar girip çıkabilirdi. Hane sakinleri; yemek yemek, uyumak, ritüellerini gerçekleştirmek ve diğer günlük faaliyetler için oda-dairelerinde bir araya gelirlerdi.

İlgili Yazılar
Bir Çatalhöyük Evinin Yeniden Oluşturulmuş İç Kısmı

Toplum ve Ekonomi 

Çatalhöyük, pek çok açıdan eşitlikçi bir toplum modeli özelliğindedir. Tüm evler benzer ölçüdedir, hiçbiri belirgin olarak daha geniş görünmez veya daha büyük ve daha iyi depolama yerleri yoktur, ya da hiçbiri diğerlerinden daha iyi aletlere ve mezar eşyalarına sahip değildir. Kamu binalarının veya törensel merkezlerin izine rastlanmamıştır. Evlerin benzerliği, dekorasyonu ve depolama yerleri, bilim insanları tarafından sosyo-ekonomik hiyerarşi olmadığına dair güçlü birer kanıt olarak ele alınmıştır: bugüne kadar kral, lider veya elitler grubu bulunmamıştır.

Sosyal eşitliğin yanısıra, Çatalhöyük’te cinsiyet eşitliğinin göstergelerine de rastlayabiliyoruz. Yazılı kayıtlar olmasa da sadece kendi aile algımız ile, bir arada yaşayan belli ailevi gruplar olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak, bunların arasında ne tür evlilik modellerinin yaygın olduğu net değildir: tek eşli veya çok eşli, ataerkil veya anaerkil. Duvar resimlerindeki insan figürlerinin çoğu cinsiyetsiz olarak resmedilmiştir. Çatalhöyük nekropolü ve evlerin zeminlerindeki mezarlardan çıkarılan insan iskeletleri, aralarında nitelik ve nicelik olarak çarpıcı bir fark olmayan kadın ve erkeklere aittir.

“TARLALARDA ÇALIŞMA, HAYVANLARIN BAKIMI, GÜNLÜK EV İŞLERİ VE BELKİ DE YEMEK PİŞİRME VE MUTFAK İŞLERİ BİLE HERKESİN GÜNLÜK GÖREVLERİ ARASINDAYDI.”

Kadınlar ile erkekler arasında hayat beklentisi açısından ufak bir fark varsa, ancak çocuk doğurma ile ilgili olabilir. Bunun dışında, her iki cinsiyet de tamamen aynı şekilde besleniyor ve benzer iş yükleriyle uğraşıyordu. Tarlalarda çalışma, hayvanların bakımı, günlük ev işleri ve belki de yemek pişirme ve mutfak işleri bile herkesin günlük görevleri arasındaydı. Çocuk kalıntılarında yapılan DNA testleri şaşırtıcı biçimde gösteriyor ki, bir ailenin yavrusu yaşamak için başka bir eve yerleştirilmiş olabilirdi. Bu durum bilim insanlarına; topluluğun çocuklarını ortaklaşa bir düzen içinde yetiştirmek için bir ‘devlet’ programı olabileceğini düşündürmektedir.

Kadınlar ile erkekler arasında hayat beklentisi açısından ufak bir fark varsa, ancak çocuk doğurma ile ilgili olabilir. Bunun dışında, her iki cinsiyet de tamamen aynı şekilde besleniyor ve benzer iş yükleriyle uğraşıyordu. Tarlalarda çalışma, hayvanların bakımı, günlük ev işleri ve belki de yemek pişirme ve mutfak işleri bile herkesin günlük görevleri arasındaydı. Çocuk kalıntılarında yapılan DNA testleri şaşırtıcı biçimde gösteriyor ki, bir ailenin yavrusu yaşamak için başka bir eve yerleştirilmiş olabilirdi. Bu durum bilim insanlarına; topluluğun çocuklarını ortaklaşa bir düzen içinde yetiştirmek için bir ‘devlet’ programı olabileceğini düşündürmektedir.

1960’lardaki kazıların ilk bölümünde James Mellaart birkaç ev buldu. Bunlar, detaylı duvar resimleri ve büyük vahşi boğaların kafatası ve boynuzlarıyla süslenmişti. Koskocaman boğa boynuzları, odanın bir kısmını ayırmak için, kısa ve düz platformların tepesine yerleştirilmişti. Mellaart bu evleri “mabet” olarak adlandırdı. Çünkü bunların, Çatalhöyük’ün toplumsal yapısı içerisindeki dini elitin bir rütbesi için ayrıldığına inanıyordu. Ancak, 1990’larda yeni teknolojilerin de kullanımıyla yapılan daha dikkatli incelemeler göstermiştir ki, Çatalhöyük’ün diğer evlerinde de kirleri ve isleri örtmek için farklı zamanlarda yapılan sıva katmanlarının altında saklı duvar resimleri mevcuttur. Yenilenmiş kaplamaların çoğunda canlı resimler bulunsa da diğerleri boş bırakılmıştır. Çatalhöyük’teki evlerin hemen hepsinde ortaya çıkarılan duvar resimleri, en azından refah ve statü açısından eşitlikçi bir toplumun varlığını tekrar doğrulamaktadır. Ancak buna rağmen, Ian Hodder sonraları, daha gelişmiş süslemeleri olan evlerde yaptığı kazılarda sıradışı iskelet yığınları bulmuş ve bu evlerin bir çeşit dini merkez olma unvanı olabileceğini işaret etmiştir.

Boğa kafatası, Ҫatalhöyük

Sanat ve Din

Çatalhöyük’teki duvar resimlerinde görünen başsız insan figürleri, bilim insanları için uzun süre merak konusu olmuştur. İnsan biçimindeki, cinsiyetsiz bu karakterler, Göbekli Tepe megalitleri üzerindeki rölyeflerde de görülmektedir. Bunların, din ve ritüeller ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Çatalhöyük duvar resimlerinde bunlara genellikle akbabalar eşlik ettiğinden, ilk başlarda gömme ayinleri ile bir bağlantısı olduğu düşünüldü: ölü beden, akbabalar tarafından etlerinin soyulması için açık alanda bırakılır, daha sonra temizlenen kemikler toplanır ve gömülür. Ancak, yöresel kültürlerin hiçbirinde bu ritüeli destekleyecek bir kanıt yoktur.

Daha yakın tarihlerde Ian Hodder kafası olmayan iskeletler buldu ki bunların kafaları, girişlerin kenarına yerleştirilmek üzere ayrılmıştı. Gene hem kadın hem de erkeğe ait olan bu kafalar, genellikle toplumun yaşlı üyelerine aitti. Bu durum, onlara kutsal, bilge yaşlılar ve sonraları da ev halkının ve topluluğun koruyucuları, ataları olarak özel bir saygı gösterildiğini işaret etmektedir. Bu kafalar bazen de orjinal bedenlerine geri getirildiğinden, bu gruptaki kişilerin özel, hatta tekrarlanan cenaze törenleri olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu yorum, bölgedeki mezar ve nişlerden çıkarılan çıplak kadın heykelciklerinden biri olan Çatalhöyük’ün Oturan Kadını’nı anlayışımıza yeni bir ışık tutmaktadır. İri göbekleri, kalçaları ve büyük, sarkmış göğüsleri ile tanımlanan bu heykelcikler, bereket tanrıçası olmaktan, ideal dişiliğin fiziki formu olmaya kadar çeşitli tanımlamalara konu olmuştur. Bu varsayımların tek tük fiziki dayanakları olsa da bunlar genellikle Çatalhöyük ile doğrudan ilişkili değildir. Yine de yaşa bağlı kutsallık ve hürmet, Çatalhöyük “Tanrıçaları” nın fiziksel özellikleri ile tutarlı olabilir. Çünkü bunların tombul ve gevşek uzuvları, yaşlı ve hareketsiz kadınları temsil ediyor olabilir.

Çatalhöyük’ün Oturan Kadını

Kaldı ki, Çatalhöyük’te bulunan çok sayıda erkek ve hayvan heykelciği; erkeklere veya onların hayvan formundaki emsallerine tapınma ile ilgili farklı ayin ve ritüellerin varlığı konusundaki olasılıkları arttırmaktadır.

Çeviri: Gamze Kamacı

Kaynak World History

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More