Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Antik Bahçelerin Arkeolojisi

Geçmişten günümüze, insanlar dünyanın dört bir yanında muazzam bahçeler inşa ettiler. Bu eşsiz alanlar, insanoğlunun tarih boyunca elde ettiği deneyimlerinin bir yansıması oldu. Bu yazımızda ilginç bahçelerin hikayesini okuyacaksınız. Keyifli okumalar...

0 2.754

Geçmişten günümüze, insanlar dünyanın dört bir yanında muazzam bahçeler inşa ettiler. Bu eşsiz alanlar, insanoğlunun tarih boyunca elde ettiği deneyimlerinin bir yansıması oldu. Kimi zaman, bu bahçelere bir kutsiyet yüklediler. Hz. İsa ve havarilerinin ibadet ettiği ve Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki gün içinde uyudukları Eden ve Gethsemane bahçeleri, bu kutsiyete birer örnek teşkil ediyor. Bahçeler, mitolojilerde de önemli yer tutuyor. Herkül’ün 12 Görevi’nden bir tanesi, uzak diyarlarda bulunan Hesperides Bahçesi’ne gidip, tanrıça Hera’nın, düğün hediyesi olarak kocası Zeus’a verdiği altın elmaları çalmaktı. Tarihe baktığımızda, Yakın Doğu’da inşa edilen saraylardan çok hepimizin gözleri tek bir şeyi arıyor: Babil’in Asma Bahçeleri. Antik Dünya’nın 7 Harikası’ndan biri olan bu yapının kesin yeri hala net olarak bilinemiyor.

Yirminci yüzyılın ortalarından itibaren arkeologlar, antik bahçeleri tanımlamak ve anlamak için mevcut olan tüm yöntemleri uygulamaya başladılar. Teknoloji geliştikçe, araştırmacılar sadece bahçelerin nerede bulunduğunu ve genel olarak ne için kullanıldığını değil, aynı zamanda hangi bitkilerin yetiştirildiğini ve ne kadar uzun süre geliştiklerini de saptayabildiler. Yazılı kaynaklarla birlikte bu araştırmalar, bahçelerin zaman içinde nasıl değiştiğini anlamamıza yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu bahçeleri oluşturan toplumlar ve kültürler hakkında da daha geniş bilgiler edinmemizi sağlıyor.

Köşk Bahçeleri

Milattan önce ikinci yüzyıldan itibaren, Roma’nın en seçkin aileleri, zarif tasarımlı bahçelerin vazgeçilmez olduğu, lüks malikâneler inşa etmeye başladılar. Panoramik manzaraları ve serin esintileri ile Napoli Körfezi, bu malikâneler için en popüler yer haline geldi. Bugün, sahil şeridi M.S. 79’da Vezüv Yanardağı’nın patlamasıyla toprak ve küle gömülen ve bu sayede korunarak günümüze kadar gelen, köşk harabeleri ve bu köşklerin görkemli bahçeleri ile dolu. Cornell Üniversitesi’nden Kathryn Gleason’a göre, son zamanlarda yapılan çalışmalarla birlikte, arkeologlar köşk bahçelerinin karmaşık yapısını ve kullanım alanlarını çözmeye başladılar. ‘’Bahçelerin tasarımı, bir zenginlik göstergesi olarak planlanmış olabilir ancak bunun yanında bahçeler insanlara hoşça vakit geçirecekleri bir ortam da sağlıyordu:  Ağaçların altında gölgelik ve serin alanlar, çocuklar için doyasıya oyun alanları, yorgun politikacılar için huzurlu bir emeklilik ortamı ya da gençlerin gizli kaçamakları için bir saklambaç yeri…’’

Dinlemek Poppaea Villası, Oplontis MS. 1. yy

Çok iyi şekilde korunmuş bu bahçelerden ikisi, antik Roma şehirleri, Oplontis ve Stabiae’da bulunan Poppaea ve Arianna Malikâneleri’nde bulundu. Bu büyük alanlarda sütun girişler, patikalar, çeşme ve çeşitli ağaçlar vardı. Son yıllarda, her iki bölgedeki kazılarda;  fidan yastığı kalıntıları, ağaç kökü boşlukları, kömürleşmiş bitki parçalarına rastlanıldı. Gleason bu konuda şöyle diyor : ‘’Bu buluntular, bahçenin tasarımı ve düzeni hakkında çok daha net bilgilere ulaşmamıza yardımcı oluyor. Bu yalnızca arkeolojinin tamamen mekânsal anlamda izin verdiği bir şey”

Ticaret Bahçeleri

Cerén, M.S. 600 dolaylarında büyük bir volkan patlamasıyla toprağa gömülmeden önce, yaklaşık 200 kişinin yaşadığı bir Maya köyüydü. Eldeki veriler, hane sahiplerinin geçimlerini sağlayabilmek için çeşitli ekonomik faaliyetlerde bulunduklarını gösteriyor. Arkeologlar bir evin bahçesinde, liflerinden faydalanmak için yetiştirilmiş 70 adet agave bitkisinin (sabır ağacı) izlerine rastladılar. Hızlı büyümesine istinaden bitkinin lifleri; ip, halat ve özellikle köyün kerpiç duvarlarını güçlendiren sağlam kamışların yapımında kullanılıyordu. Çok sayıda büyük biber çalıları ve kakao ağacı köyün temel gıda gereksinimini sağlıyordu. Colorado Boulder Üniversitesi’nden Payson Sheets, “Kendilerinin tüketebileceklerinden çok daha fazlasını ürettiler” diyor. Fazla üretilen ürünlerin köy içerisinde ticaretinin yapıldığına ya da civar köylerden obsidyen bıçaklar, yeşil taşlı baltalar ve polikrom seramikler gibi daha egzotik öğeler ile değiş tokuş edildiğine inanıyor.

Maya evi, 7.yy

Şifalı Bitki Bahçeleri

Ortaçağ Avrupası’ndaki manastırlar, halkın geneli tarafından bilinmeyen şifalı otların saklanıp, korunduğu yerlerdi. Güneybatı Finlandiya’daki Naantali Manastırı’nda akademisyenler, Bridgettine keşişlerinin ve orada yaşayan rahibelerin ne tür bitkileri yetiştirdiklerini öğrenmek için bir dizi arkeolojik, tarihi ve botanik araştırmalarda bulundular. Arkeobotanist Teija Alanko ve meslektaşı Kari Uotila, 1443 ve 1554 yılları arasında işgal edilen manastırın ayakta kalan tek yapısı olan Naantali Kilisesi’nin etrafındaki kazılarda ortaya çıkarılan 4.561 bitki makrofosilinin, radyokarbon tarihlemesini yaparak, sınıflarına ayırdılar.

Naantali Kilisesi, 15. yy

Ekip; çavdar, arpa ve diğer tahıllar gibi besin maddelerine ek olarak; banotu, kırlangıçotu, sarı kantaron[1], ısırgan otu ve ardıç gibi iyileştirici özelliklere sahip çeşitli türler de keşfetti. Yine de bu bitkilerin çoğunun aynı bahçede yetiştirildiğinden şimdilik emin değiller. Zira birçoğu başka yerde yetiştirilmiş ya da toplanmış olabilir. Öte yandan, radyokarbon ve arkeolojik tarihleme, Alanko ve Uotila’ya, kilisenin kuruluşundan Reform Hareketleri sırasındaki yıkımına kadar geçen sürede, ne tür bitkilerin girip, çıktığını öğrenmelerine katkıda bulundu. Alanko, çalışmalarını şu sözlerle özetliyor:  “Naantali’de gıda, boya ve tıbbi amaçlı yararlı bitkilerin makro fosillerini bulduk. Yani burası hem mutfağa hem de sağlığa hitap eden bir bahçeydi’’

Mandrake, 14. yüzyıl illüstrasyonu (solda), Herba teoderis, 14. yüzyıl illüstrasyonu (sağda)

Mezar Bahçeleri

MÖ 1900 civarında, 12. Hanedanlığa dayanan eski Mısır edebiyatı eseri ‘’Sinuhe’nin Hikâyesi’’nde şu satırlar geçmektedir, “…Tıpkı Başvezir’in şanına yapıldığı gibi, evimin önüne benim adıma da bir mezar bahçesi yapılmıştı.”

Mezar bahçesi, Luksor MÖ. 1900

Mezar bahçelerinin varlığı, 6. Hanedanlığın (2323–2150 B.C.) ilk dönemlerinden kalma lahit örneklerinde de bilinmekteydi. Ancak, geçen sene İspanyol Ulusal Araştırma Konseyi’nden arkeolog José Manuel Galán’ın, Theban mahkemesinin 12.hanedana ait yüksek rütbeli bir memurunun kaya mezarının önünde, 15 metreden daha fazla toprak altında gömülü olup, iyi korunmuş bir bahçeyi ortaya çıkarmasına kadar hiçbir arkeolojik kanıt bulunamamıştır. Galán’a göre, Mısırlılar, ölülerine sunmak için bu bahçelere meyve, sebze ve çiçekler ile küçük ağaç ve çalılar ekmiş olmalılar. Galán’ın ekibi, bahçenin köşesinde, muhtemelen ölüye sunulmak için hazırlanmış meyvelerle dolu tarihi bir kâsenin bitişiğinde, kökü ve gövdesiyle bütün bir ılgın ağacı buldu. Galán, bir sonraki saha araştırmasında, antik Thebes’de hangi bitkilerin mevcut olduğunu, hangilerinin dini ve cenaze amaçlı olarak kullanıldığını öğrenmek için tohumları ve polenleri almayı planlıyor.

İlgili Yazılar
Korunan tarih, Luksor

Şehir Bahçeleri

Güney Agora, Türkiye’nin güneybatısında bulunan Afrodisias Antik Kenti’nin kamusal meydanlarından bir tanesiydi. Milattan sonra birinci yüzyıl dolaylarında inşa edilen meydanın, ilk başta ticari bir kompleks olarak kullanıldığı düşünüldü. Ancak, son arkeolojik çalışmalar meydanın, anıtsal bir havuz, çeşmeler, yürüyüş yolları, ağaçlar ve diğer yeşilliklerle donatılmış bir kentsel park olduğunu göstermiştir.

Güney Agora’da yer alan havuz. Aphrodisias/Türkiye

Oxford Üniversitesi Arkeoloji Uzmanı R.R.R Smith  “Kamusal şehir mimarisinin ve tasarımının tüm ihtişamını üzerinde taşıyor ancak tamamen rahatlama, dinlenme ve gezinme amacıyla yapılmış.” diyor. Kompleksin merkezindeki muazzam havuz, 175 metre uzunluğunda ve 25 metre genişliğinde olup, bazılarında oyun tahtaları olan mermer banklarla çevrelenmiştir. Kazılar ve bitkilerin arkeobotanik analizleri gösterdi ki, havuz etrafına sıra sıra dikilen palmiye benzeri ağaçlar (Datça hurması [2] vb.) ve diğer bitkiler yalnızca dekoratif amaçlı olmayıp, şehir sakinlerine gölgelik alanlar da sağlıyordu. Bu palmiyeler Afrodisias’a özgü değildi, ancak güneybatı Anadolu’nun kıyı bölgelerinden taşınmış olmalıydı. 15 metrekarelik bu alanın inşası ve bakımı oldukça maliyetli olmalı. Gölgeli yürüyüş yolları, akan su ve profesyonel bahçıvanlar tarafından bakılan yemyeşil bitki örtüsü ile Güney Agora, şehir sakinlerinin hoş vakit geçirmelerine fırsat sağlamaktan başka bir amaçla yapılmış olamazdı.  Smith’e göre, ‘’tek kelimeyle zamanının çok ötesinde’’

Bilimsel Bahçeler

Sömürge Amerikası’nda, Philadelphia, Schuylkill Nehri’nin kıyısında bir araya gelen bitki meraklılarının toplanma yeriydi. Egzotik bitkiler yetiştirme konusunda birbiriyle yarışan bu topluluk, botanik disiplininin ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. 1760 ve 1780 yılları arasında inşa edilen, koleksiyoncu William Hamilton’un özel mülkü Woodlands’da, ülkenin en büyük flora koleksiyonu yer alıyordu. Koleksiyoncu Hamilton, aynı zamanda Thomas Jefferson tarafından ziyaret edildiği bilinen en gelişmiş serayı da inşa eden isim. Hamilton, arkadaşı ve komşusu, William Bartram’ın yardımıyla, dünyanın dört bir yanından gelen bitkilerin bilimsel bir koleksiyonunu inşa etmeye ve yüksek estetiğe adanmış bir bahçe oluşturdu.

Bookplate, Woodlands, Philadelphia, 19. yüzyıl

Woodlands Serası üzerinde çalışmalar ve kazılar yapan arkeolog Sarah Chesney’e göre, bu bahçe Hamilton’ın bu projedeki tutkusunun bir örneğidir. “Gerçekten gerekli olmayan bir binaya kaynak ve zaman ayırmak için tutkulu ve kararlı olmalısınız.” Hamilton’un ölümünden sonra, arazi satıldı ve bahçeler 1840’larda halka açık bir mezarlık haline geldi. Woodlands’in yönetici direktörü Jessica Baumert, “On sekizinci yüzyıldan kalma bir arazide,  on dokuzuncu yüzyıldan kalma bir mezarlığımız var” diyerek durumu açıklıyor.

Bartram, 18. yüzyıl illüstrasyon

Saray Bahçeleri

Kore evlerinin ön avlusu geleneksel olarak boş bırakılırken, küçük tepelere bakan arka avlusu bahçe olarak tasarlanırdı. Bu, saray bahçeleri için de geçerliydi.  Çevre manzarasını süsleyecek bir gölet ile küçük bir köşk, bu bahçelerin vazgeçilmez unsuruydu. Gyeongbokgung Sarayı’ndaki Hyangwonjeong Köşkü’nde olduğu gibi…  1867 ile 1873 yılları arasında bir göletin ortasında inşa edilmiş, “güzel kokuların uzaklara yayıldığı köşk ” anlamına gelen Hyangwonjeong…

Hyangwonjeong, şu anda Ganghwa Ulusal Kültürel Miras Araştırma Enstitüsü tarafından incelenmektedir. Araştırmacılar, köşkü 30 metre uzaklıktaki toprağa bağlayan köprünün, zamanının en uzun ahşap köprüsü olduğunu keşfettiler. Bu köprü Kore Savaşı sırasında yok edildiyse de şimdi yeniden inşa edildi. Burası aynı zamanda, Kraliçe Min’in (ya da İmparatoriçe Myeongseong’un) 1895’te Japonlar tarafından suikasta uğradığı noktaya çok yakın.

Şarap ve Tahıl Bahçeleri

Bulgular, eski Pompeii sakinlerinin yaşam standartları hakkında çok şey ortaya koymaya devam ediyor. Kentte, yerel gıda ve şarap üretimi için karmaşık ve sağlam bir sistem oluşturulmuş. Araştırmacılar, gün yüzüne çıkarılan evlerde, bitki tasvirlerine ve yeme-içme zevkini yansıtan fresklerin varlığına rastlamışlardı.

Centaur Evi, Pompei’den bir fresk MS. 1.yy

Bir disiplin olarak bahçe arkeolojisi, Arkeolog Wilhelmina Jashemski’nin kalan yapılar arasındaki alanları kazmaya başladığı 1950’lerde Pompeii’de öne çıktı. Jashemski,  ev sahiplerinin; çiçekler, diyet lifleri ve hatta küçük üzüm bağları ekmiş olduklarını keşfetti. Pompeii Gıda ve Şarap Projesi direktörü Betty Jo Mayeske, ‘’Pompeii’deki hemen hemen her kullanılabilir alandaki tarım kanıtları görüyorsunuz” diyerek şöyle devam etti: “En eski ev tipi sebze bahçesinden süslü tapınak bahçelerine…’’ Hem tahılın hem de üzümün küçük alanlarda, yerel olarak yetiştirildiği anlaşılmaktadır. “Hemen hemen her köşede bir fırın vardı ve değirmenlerin yanı sıra bir de büfe ve büyük fırınlar…”, “Bütün üretim süreci burada gerçekleşti ve küçük ölçekli üzüm bağlarının da birkaç örneği var.” Jashemski’nin düşüncesi, 1860’lı yıllardan beri bilinen, ölülerin kalıplarını yapma yöntemini tek tek bitkilerin kalıplarını yapmak için kullanmaktı. Mayeske bu konuyu şöyle açıklıyor:  “Kalıba dökme işi, çimento ve alçı kullanarak insan kalıntıları üzerinde yıllarca yapıldı. Ama Jashemski, bu teknolojiyi bitkilerin köklerini doldurmak için kullandı, bu da tüm bu bahçeleri ve üzüm bağlarını kesin olarak tanımlamaya yardımcı oldu. ”

Tırmık ve kömürleşmiş ekmek, Pompei MS. 1. yy

Çeviri: Gürkan Çimen

[2] Cretan Date Palm: Phoenix theophrasti, Datça Hurması

[1] St. John’s Wort: Sarı Kantaron (Kılıç otu, Mayasıl otu ve Koyunkıran olarak da bilinir)

Kaynak Archaeology

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More