Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Nepal Rehberi: Tütsüler ile Sarmalanmış Mistik Şehir Katmandu

Nepal'in başkenti detaylı Katmandu Rehberi yazısını Ayhan Salamcı kaleme aldı. Tüm duygularınıza hitap edecek özgürlük dolu bir yazı sizi bekliyor. Keyifli okumalar...

0 2.925

Nepal’in başkenti detaylı Katmandu Rehberi yazısını Ayhan Salamcı kaleme aldı. Tüm duygularınıza hitap edecek özgürlük dolu bir yazı sizi bekliyor. Keyifli okumalar…

Birden, biraz acayip, fakat oldukça hoş ve güzel bir müzik sesi ile sarsılıyorum. Bu ses bir anda ruhumu yerinden oynatmayı başarıyor. Eski bir kaset çalar aracılığı ile yukarı akıp gökyüzüne yayılan coşkun bir akıntıydı sanki bu. Lotus çiçeği içindeki mücevher anlamına gelen ‘Om Mani Padme Hum’ mantrasını dinlediğimde içimi bir huzur kaplıyor.

Tibet Mahallesi

Akşam karaltıları içinde tıpkı inci gibi parlayan ihtişamlı yapı Boudhanath Stupası’nı seyre dalmışken geçmiş ile geleceği düşünüyorum. Anı yaşamak yerine sancılı ya da huzurlu olup olmadığını anlayamadığım çok tuhaf bir durum içerisindeyim. Sürekli olarak bir plana tabi olup hayatlarımızı ona göre idame etmek yerine hayatı doğaçlama yaşamak nasıl bir duygu? Merak etmiyor değilim açıkçası.

Bayraklar

Etkileyici çan sesleri eşliğinde renkli dua bayrakları dalgalanıyor. Budizm’de oldukça önemli olan bu bayraklar kutsal Budist öğretileri içeriyor ve beş ayrı renk taşıyorlar. Kırmızı, beyaz, mavi, yeşil ve sarı gibi çeşitli renklerde olan bu bayraklar evrendeki beş elementi, simgeliyor. Ateş, Su, Hava, Toprak ve Eter. Beşinci element olan Eter ise evrendeki her şeyi kuşatan boşluğun, sonsuzluğun simgesi oluyor. Geleneksel Tibet tıbbına göre sağlık ve ahenk bu beş elementin dengesi sayesinde sağlanıyor. Boudhanath’ın çevresinde birçok Tibet’li yaşıyor ve hayatlarını burada kazanıyorlar. Çin, Tibet’i işgal edince ülkelerini terk ederek Katmandu’ya yerleşmişler.

Stupa’nın yapılış tarihi iki bin yıl öncesine dayanıyor. Stupa denilmesinin nedeni ise içerisinde önemli Budist rahiplerin külleri ve kutsal emanetlerin konulduğu bir yapı olması. Budistler için Mekke’ye benziyor ve her yıl Himalaya bölgesinden binlerce hacı, Stupa’yı ziyaret ediyor. Tavaf, hacılar tarafından “Om mani padme hum” yazılı dua silindirlerini çevirerek ve Stupa’nın etrafında saat yönünde dönerek gerçekleştiriliyor. Ayrıca Stupa etrafında turistlerin en az bir defa dönmesi, barış ve huzurun yayılmasını sağladığına inanıyorlar. Hacıların, bir gün içerisinde en az üç dönüşü, bir yıl içerisinde de toplam yüz sekiz dönüşü tamamlamaları gerekiyormuş. Kâbe’de ise tavaf saat yönünün tersine dönülerek gerçekleştiriliyor.

Boudhanath’ın beyaz kubbesi kâinatı temsil ediyor. Stupa’nın dokuz katı, evrenin merkezinde bulunduğuna inanılan ve mitolojide tanrıların buluştukları dağ olarak bilinen Meru’yu sembolize ediyor. Üçgen kısmında ise 13 adet basamak bulunuyor. Bu basamaklar Nirvana’ya ulaşmayı simgeliyor. Nirvana, kötü düşünceler ve arzuların artık olmadığı bir iç dinginliğe ulaşmaktır. Dünyevi işlerden sıyrılıp tamamen içselleşmektir. En tepede de lotus çiçeği yer alıyor. Antik çağlardan günümüze süregelen ve kutsal anlam yüklenen lotus aynı zamanda sonsuz yaşamı simgeliyor. Lotus, muazzam bir bitki ve Budistler için her zaman apayrı bir konumda olmuştur. Çamurlu sularda yetişir ve kendini temizleyebilme özelliğine sahiptir.

Boudhanat

Gece yarısı yaklaşmakta iken, Stupa’nın etrafında yavaş adımlar ile birkaç dua silindiri çevirerek yürüyorum. Kısa bir zaman sonra tütsülerin ve yakılan kandillerin oluşturduğu aydınlığı geride bırakarak Tibet Mahallesi’nde kayboluyorum. Birkaç dükkanın aydınlattığı caddeden oldukça dar ve karanlık bir sokağa sapıyorum. Sokağın ucunda bir köpek havlıyor. Cesaretimi toplayıp üzerine doğru yürüyorum. Yaklaştıkça sesi daha da şiddetleniyor. Yürümeye devam ediyorum ve hafifçe kuyruk sallamaya başladığını gördüğüm an bir rahatlama hissine kapılıyorum. Ne de olsa kuyruk sallayan köpek mutludur!

Oldukça hareketli bir ilk günün ardından sessiz bir ortamda rehber kitabıma biraz göz attıktan sonra uyumaya hazırlanırken sessizliği bozan çan sesleri uykuya rahat girmemi sağlıyor. Tozun ve egzoz kokusunun yoğun olduğu sokaklarda kornalar sürekli çalıyor. Uyandığım an duymuş olduğum ilk ses bir korna sesi idi. Sabah, kahvaltının ardından, eğlenceli bir gün olacağına inanarak Thamel’in retro sokaklarına karışıyorum. Nepal’de yirmi dokuz milyon insan yaşıyor. Yüzde sekseni Hindu olan halkın yüzde on ikisi Budisttir. Yüzde beşini Müslümanlar, geri kalanını ise diğer dinlere mensup insanlar oluşturuyor. İnanç, hayatın her anına, enkarne olmuş durumda diyebilirim. Birbirlerine olan bağlılıklarının ise yadsınamaz olduğunu ifade edebilirim.

Durbar Meydanı

Binlerce can kaybının yaşandığı o acı günü tam olarak atlatamamış olsalar bile insanların içtenliklerinden hiçbir şey kaybetmediklerine inanıyorum. Seksen yıldan bu yana meydana gelen en büyük depremin yaralarını yavaş yavaş sarmaktalar. Nepal’in kültürel hazinelerinden olan görkemli tapınaklar yıkılmış, bazıları ise zor ayakta duruyor. Geriye kalan neredeyse tüm yapılar kalaslar ile güçlendirilmiş. Gelirinin yarısından fazlası turizm olan bir ülkede depremin ülke tarihine, mimarisine ve kültürel mirasına verdiği zarar ciddi boyutlara ulaşmış durumda. Katmandu Vadisi’ndeki üç antik başkentten biri olan Patan’a gitmek için tavsiye aldığım yerel bir rehber ile sohbet ederken deprem ile ilgili şunları söyledi: “Yirmi beş yaşına girdim ve artık tek başıma yaşamak zorundayım. Çünkü depremde bütün ailemi kaybettim.

Durbar Meydanındayım, hafifçe bir rüzgâr esiyor, şu soruyu soruyorum kendime: “Sabahtan beri bu meydanda ne arıyorum ben?” Belki beni buralara kadar sürükleyen bir nedeni, belki de mutluluğu arıyorum. Tütsüler yakılıyor ve kutsal dualar ediliyor. Oturduğum yerden insanları seyrediyorum.

Bir Sadu, fotoğrafını çekmemi istiyor. Çektikten sonra bulunduğum noktaya gelip para talep ediyor. Şiddet ile reddediyorum ve birden ikinci bir Sadu gelip arkadaşına destek çıkıyor. Fazla uzatmadan oradan uzaklaşıyorum. Sadular; maddi zevkleri ve dünyevi hisleri geride bırakarak kendilerini Tanrı’ya adıyorlar. Tabii ki bunlar gibileri değil.

Tanrıça Kumari
İlgili Yazılar

Tanrıça Kumari de burada yaşıyor. Kumari, kırmızı elbise giyen, kırmızı rujlu, sürmeli bir kız. Nevari kültüründen gelen Kumari, Tanrıça Durga’yı temsil ediyor. Durga, Hinduizm’de milyonlarca tanrıdan biridir ve Sanskrit dilinde ‘yenilmez’ anlamına geliyor. Hint mitolojisinde ise en kudretli tanrıçadır. Yüce varlığın temsili olarak, insanoğlunu öfke, kıskançlık, açgözlülük, ego, şehvet ve kibir gibi kötücül etkenlerden korur imiş. Kumari’nin hikayesi ise şöyle: Katmandu’nun son kralı olan Jaya Prakash Malla, bir gece cinsel arzularına yenik düşüp küçük bir kız çocuğuna tecavüz etmiş. O gece Kral’ın rüyasına Tanrıça Durga girmiş ve af dilemesi gerektiğini söylemiş. Bunun üzerine yaptığından pişman olan Kral, küçük kız çocuğunu tanrıça ilan etmiş ve bu gelenek yıllarca sürmeye devam etmiş.

Kandiller

Nasıl seçildiklerine gelecek olursak, ilk şartlardan ikisi, Nevari olmalı ve Shakya soyundan gelmeli. Eğer bu şartlara uyuyor ise otuz iki ayrı kriteri de karşılaması gerekiyor. Örneğin; vücudundan hiç kan akmamış olması, teninde yara izinin olmaması, yüzünün çok güzel olması gerekiyor. Daha sonra bir tapınakta, karanlık bir odada yalnız başına bırakıyorlar. Odada korkunç maskeler ile dans eden adamlar ve birçok kesik hayvan başı bulunuyor. Küçük kız, böyle bir ortamda korkmaz ise ‘yaşayan tanrıça’ ilan ediliyor ve Kumari Evi’ne yerleştiriliyor. Okula gidemiyor ve dışarı çıkamıyor. Ayakları toprağa hiç basmayacak olan Kumari’nin yılda yalnızca on üç kez dışarı çıkmasına izin veriliyor. Turistler Kumari Evi’nin avlusunu ziyaret edebiliyor. Düşük bir ihtimal kendisini görebilirsiniz. Ben göremedim. Fotoğraf çekmek ise yasak! Hem Hindular hem de Budistler Kumari’yi Tanrıça Durga’nın ete kemiğe bürünmüş hali olarak görüp kutsal kabul ediyorlar. Kız çocuğu seçildikten sonra ona kutsal bir tanrıça olduğu öğretiliyor. Ergenliğe adım attığında ise sıradan yaşamına geri dönüyor. Çünkü Kumariler’in vücudundan hiç kan akmamış olması gerekiyor. Artık yeni bir kız çocuğu arayışı içerisine giriyorlar. Emekli bir Kumari ile evlenen bir erkeğin, evliliğin altıncı ayında öleceği inancı yaygın. Bu sebepten dolayı kimse onlara yaklaşmıyor. Böylelikle küçük bir kız çocuğu ergenliğine kadar el üstünde tutulurken ergenlik döneminden itibaren ölene dek yeni hayatında yoksul bir yaşama alışmaya çalışıyor.

Maymun Tapınağı

Güneşli ve sakin bir günde, yüksek bir tepeden şehri seyrediyorum. İnsanları, renkli binaları ve sokakları seyrediyorum. Ağır ve kasvetli bir koku hâkim. Belki de bu kasvetli ağır kokunun kaynağı şehrin göbeğinde açık alanda günde onlarca ölü insanın ateşe verilerek yakılmasıyla tüten dumanlardır. Gökyüzü, kırmızı ve turuncu arasında bir renge bürünüyor. Burası “Maymun Tapınağı” olarak da adlandırılan Swayambhunath Stupa. Budizm’in en kutsal mabetlerinden birisi ve Boudhanath’tan sonra ikinci büyük stupa olarak biliniyor. Budist rahipleri, Stupa’nın koruyucuları olan maymunları, seyyar satıcıları fotoğraflıyorum.

Maymun Tapınağı

Uzakta bir yerde, bir ses işitiyorum. Bir hırıltı sanki kulaklarımda çınlıyor. Sesin geldiği yöne doğru ilerliyorum. Yaklaştıkça önüne geçemediğim bir heyecan dalgası tüm bedenimi sarıp sarmalıyor. Birden, biraz acayip, fakat oldukça hoş ve güzel bir müzik sesi ile sarsılıyorum. Bu ses bir anda ruhumu yerinden oynatmayı başarıyor. Eski bir kaset çalar aracılığı ile yukarı akıp gökyüzüne yayılan coşkun bir akıntıydı sanki bu. Lotus çiçeği içindeki mücevher anlamına gelen ‘Om Mani Padme Hum’ mantrasını dinlediğimde içimi bir huzur kaplıyor.

Kaçık Sokak

Son durağım olan Freak Street’e doğru yürüyorum. Altmışlı ve yetmişli yıllarda Avrupa’dan rengarenk bir otobüs ile yola çıkan çiçek çocuklar, İstanbul üzerinden İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’ı geride bırakarak Katmandu’ya gidiyorlardı. Peki, bunun sonu nereye varıyor?

Freak

Bir arayış içerisinde olan bu insanlar, küçük yaşlardan itibaren alışmak zorunda olduğumuz sosyal ve rutin yaşamın ötesine de yolculuğa hazırdılar. Aynı zamanda kapitalizmin dayatmış olduğu sistemden kaçıp doğu felsefesini benimsediler. Parçası olmaya zorlandıkları ve sahtelik üzerine kurulu sosyal düzenden, küçük yaşlardan itibaren aileden ve çevrelerinden edindikleri kimliklerinden sıyrılıp özgürleşmek istiyorlardı. Fakat bu özgürlük yolunda tehlikeli bir kimyasal maddenin eline düştüler.

Snowman Cafe

Snowman Cafe, çiçek çocukların buluşma noktalarından biri idi. Adresi bulmakta biraz zorluk çekiyor ve sonra içeri giriyorum. Salaş bir tarzı var. Kahverengi tonlarının çoğunlukta olduğu kafede sıcak ve samimi bir ortam olduğunu söyleyebilirim. Fazlası ile hoşuma giden bir kafe oldu. Özellikle gençlerin uğrak bir mekânı gibi görünüyor. Eski masa ve sandalyeler, çizimden geçilmeyen duvarlar ve pastalar. Her an taze olduklarına inandığım pastalar. Bir masaya oturdum, sütlü bir çay ve pasta ısmarladım. Karton bir bardağa doldurulmuş olan çay ile şirin bir tabakta servis edilen pastayı sanırım unutamayacağım.

“Her güzel şeyin bir sonu vardır, güzel olan her şey biter, hem de çok çabuk biter.”

Katmandu’dan ayrılık vaktinin geldiğini hissediyorum. Yeni maceralara atılıp, yeni ufuklara yelken açacağım. Başıma neler geleceğini bilmiyorum. Yalnız olmanın vermiş olduğu endişe ile bilinmeze doğru yol alıyorum.

Yazı ve Fotoğraflar: Ayhan Salamcı

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More