Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Ayers Kayası – Bir Kıtanın Göbeği

Ülkenin içlerinde, kıtanın göbeği olarak anılan Ayers Kayası bulunuyor; bu, yeryüzünün tek parçadan oluşan en büyük kayası. Avustralyalılar bu kumtaşı kütlesini ülkelerinin "kırmızı yüreği" olarak da adlandırıyorlar.

0 2.384

Tek bir kıta, tek bir devlet, tek bir halk, tek bir dil. Benzeri olmayan bir bileşim bu. Buna karşılık ülkenin yüzey şekilleri de o kadar çeşitli: Kuzeydeki balta girmemiş tropik yağmur ormanlarından, ortadaki savan ve çöller bölgesine, oradan da güney ve doğudaki verimli kıyılara kadar her şey var.

Antik Çağ’ın ünlü coğrafyacısı Ptolemaios, daha İS. 2. yüzyılda güneyde bulunduğu sanılan dev kıtayı “terra australis”, yani Güney ülkesi diye adlandırmış. Kimsenin bilmediği bu ülkeyle ilgili pek çok gizemli öykü dolaşırmış ortalarda. Oraya ilk kez 17. yüzyılın başında Hollandalılar gitmişler; hem kuzey hem de batı kıyılarına. Ama buralara Yeni-Hollanda adını verdikten sonra pek ilgilenmemişler. İngiltere Kralı II. James’in emrindeki William Dampier’in 1688’de Batı Avustralya’nın açıklarında yer alan ve daha sonra onun adıyla anılan takımadaya ayak basmasından sonra İngilizler de Hollandalılar’dan çok farklı davranmamışlar. 1770’te James Cook onu İngiltere adına işgal edip öteden beri söylenegeldiği gibi dev bir kıta olmadığını ortaya koyuncaya kadar Güney Ülkesi yaklaşık yüz yıllık bir unutulmuşluğa gömülmüş. Bundan sonra da, ama bu kez daha kısa bir süre için, yeniden kimse onunla ilgilenmemiş.

Avustralya’nın gerçek keşfedilişi, Amerikalılar’ın Bağımsızlık Savaşı’nın sonunda İngiliz kolonicileri ülkelerinden kovmasından sonraya rastlıyor. Çünkü İngiliz egemenliğinin kaldırıldığı 1781’e kadar Amerika, Londra yargıçlarının sürgün cezasına çarptırdığı kişilerin gönderildiği yermiş. Bu tarihten sonra bu uygulama sürdürülemez olunca, yeni bir yer aranmış ve hükümlüler 1788’den sonra Avustralya’ya gönderilmiş. Böylece Avustralya da yasadışı kişilerin yaşadığı ve kendilerine göre yeni bir düzen kurdukları bir ülke olarak tarihine başlamış.

Yeryüzünde çoğu sularla kaplı yarıkürede bulunan ve hala oldukça az bir nüfusa sahip olan bu kıta bugün de uygarlıktan kaçan, ama tümüyle de vazgeçemeyen pek çok insana sığınak olmayı sürdürüyor. Kıtanın iç bölgeleri göçmenlerin öncü ruhunun sürdürebileceği koşullara sahip. Canberra, Sidney, Melbourne, Brisbane, Adelaide ya da Perth ise çağdaş insana, yaşamı için gerekli kentsel nimetleri sunuyor.

Avustralya’da her şey farklı, üstelik adlarıda başka. Tencereye ‘Billy’ diyorlar, battaniyeye de ‘Blaue’. Kum fırtınasının adı ‘Willy-Willt’ ve sevimli insanlar ‘cobber’ ya da ‘mate’ diye çağrılıyor.” (C.C. Bergius)

Ülkenin içlerinde, kıtanın göbeği olarak anılan Ayers Kayası bulunuyor; bu, yeryüzünün tek parçadan oluşan en büyük kayası. Avustralyalılar bu kumtaşı kütlesini ülkelerinin “kırmızı yüreği” olarak da adlandırıyorlar. Bu ad kayanın renginden geliyor; sanki güneşin içinden çıkarılmış gibi bazen kan kırmızısı bir renk alıyor, bazen de mora çalıyor. İnsanları şaşırtıcı ışık oyunları yapmaktan da geri kalmıyor. Avustralya’nın ortasında 348 m. yüksekliğindeki bu kaya parçası yaklaşık 600 milyon yıldır durmakta. Üstüne tırmanmak için bir tek yol var, o da ancak iplerle bağlanarak kullanılabiliyor. Yukarı çıkmayı göze alanlar ise görkemli bir görüntüyle ödüllendiriliyorlar. Bunu yapmayanlar, 3.5 km uzunluğundaki çevresinde bir keşif gezisine çıkıyorlar. Bu da daha az ilginç değil, çünkü en eski çağlardan beri kayanın orasında burasında kovuklar, mağaralar açılmış; bunların içinde yaşayan Avustralya Yerlileri de mitolojik öykülerin izlerini kaya resimleri olarak duvarlarda bırakmışlar. Bilim dünyası hala, Yerliler’in yaratılış efsanesi olarak kabul ettikleri bu çizimlerin anlamını çözmekte zorlanıyor. Bazısı 20bin yıldan eski olan bu resimleri yapanlar röntgen resimlerini biliyor olmalılar, çünkü resmini yaptıkları hayvanları iç organlarıyla birlikte göstermişler.

İlgili Yazılar

Avustralya’nın iç bölgelerinde, özellikle de Kuzey Toprakları, Queensland ve batı Avustralya’nın ıssız yörelerinde bugün bile Yerliler var ve bunlar uygarlığı benimsemeyerek Taş Çağı’ndaki yaşama biçimini sürdürüyorlar. Kendi dillerinde “Uluru” adını verdikleri Ayes Kayası’nı kutsal sayıyorlar. Dinleri, insanlarla tüm canlı doğa arasında ruhsal bir bağ olduğu inancına dayanıyor.

Avustralya Yerlileri kendilerine ayrılan bölgelerde kabileler halinde yaşıyorlar. Ama artık aralarında giysisi olmadan çıplak dolaşan, kollarında, göğüslerinde, sırtlarında süs olarak yaralar açan, bumerangla kanguru ya da emu avlayanların sayısı birkaç yüzü geçmiyor. 18. yüzyılda İngilizler buraya geldiği zaman, 40 bin yıl önce Asya’yla Avustralya arasında var olan kara bağlantısı üzerinden geldikleri sanılan Yerliler’in sayısı yaklaşık 400bin kadarmış. Bugün bu sayı 50 bin dolaylarında. Ayers Kayası’nda ya da ondan biraz ilerideki başka bir kumtaşı oluşumu olan “Olgalar” da en eski Yerliler’den biriyle karşılaşabilirsiniz. Fotoğrafını çekmek isterseniz, sizden alacağı paraları tek giysisi olan kasık bağına tutturulmuş torbaya koyacaktır.

Avustralya’nın göbeğine uçakla, rahat otobüslerle, tekerlekli otellerle ya da Adelaide’den 12 saatlik bir tren yolculuğuyla ulaşılabilir. Alice Springs’e gidersiniz. Oradan sonra “sadece” 450km’lik bir yolunuz kalmıştır. Doğal olarak aynı yolu kiralık bir otomobille geçmek de olanaklı.

Avustralya tam banlamıyla bir yabanıl yaşam cenneti. Burada timsahlardan ve birkaç zehirli yılanla örümcek türünden başka hiçbir tehlikeli yırtıcı hayvan yaşamıyor. Buna karşılık doğada serbest sürüler halinde yaşayan Afgan develerine rastlamak olası.

Yazı Derleme: Tolga Candur

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More