Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

2023 Yılına Damga Vuran 10 Arkeolojik Keşif

2023 arkeolojik açıdan oldukça tüm dünyada zengin keşiflerin yılı oldu. Kutsal Pınar, tarihin gördüğü en zengin marangozlar, mağaralardan çıkan kılıçlar, avcı-toplayıcıların kaleleri ve daha birçok keşif ile geçmişin kapısı aralandı. Hadi şimdi 2023'ün arkeolojik kısa özetini okuyalım.

1 1.020

2023 arkeolojik açıdan oldukça tüm dünyada zengin keşiflerin yılı oldu. Kutsal Pınar, tarihin gördüğü en zengin marangozlar, mağaralardan çıkan kılıçlar, avcı-toplayıcıların kaleleri ve daha birçok keşif ile geçmişin kapısı aralandı. Hadi şimdi 2023’ün arkeolojik kısa özetini okuyalım.

Kutsal Pınar

San Casciano dei Bagni, İtalya

Kutsal alan, San Casciano dei Bagni, İtalya

MS birinci yüzyılın başlarında, Büyük Hamam olarak da bilinen Bagno Grande kutsal alanına yıldırım düşmüştü. Bu bölgedeki termal havuz hem Etrüskler hem de Romalılar tarafından uzun zamandır kutsal kabul ediliyordu. Yıldırım düştüğünde, buradaki rahipler, bu olaydan etkilenerek fulgur conditum ya da “yıldırım gömüsü” olarak bilinen bir ritüel başlattılar.  Yıllar boyunca hacılar tarafından getirilen yüzlerce adak objesi pişmiş toprak kiremit tabakasının altına gömüldü. Giderek bu alan kutsal bir yer haline geldi. Siena Yabancılar Üniversitesi’nden arkeolog Jacopo Tabolli, bronz erkek, kadın, çocuk, tanrı ve vücut parçaları heykellerinden oluşan bu adakların keşfini tam bir sürpriz olarak nitelendiriyor. “Arşiv kaynaklarından 1600’lü ve 1700’lü yıllarda Bagno Grande yakınlarında bir termal kaplıca olduğunu biliyorduk,” diyor ve ekliyor: “ancak buranın antik bir kutsal alan olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.”

Etrüskçe yazılı bronz baş (solda); Bronz adak heykeli (sağda) bir kadın

En nadir buluntular arasında, bazıları sağlık ve şifa ile ilişkilendirilen Apollon, Asklepios, Asklepios’un kızı Hygeia, İsis ve Fortuna Primigenia gibi tanrılara adanmış 14 büyük bronz heykel yer alıyor. Tabolli’ye göre, bu eserlerin önemi sadece eserlerin ayrı ayrı önemi kadar keşfedildikleri “kapalı”  arkeolojik  ortamın doğrudan kendisiyle ilgilidir. “Buradaki bu çok özel keşif, çamurdan bronza kadar tüm materyali analiz ederek alanın kutsal içeriğini ve yerleşimini ortaya çıkarabilmemizdir” diyor. “Romalılar ve Etrüsklerin MÖ birinci binyılın başından itibaren sürekli etkileşim halinde olduklarını ve hem çatışma ve hem de barış dönemleri yaşandığını biliyoruz. Kutsal alanda, farklı topluluk ve kültürlerin kimliklerinin kaynaştığı özel alanlar olduğunu ortaya çıkardık.” MS birinci yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar bu alan, çoğunlukla bronz sikkeler, ağaç parçaları dallar ve meyveler olmak üzere daha fazla sunu bırakan pagan tapınmacılar ve daha sonra Hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmiştir.

Sağ bacağında Etrüskçe yazı bulunan bronz bebek heykeli

Tarihin En Eski Marangozları

Kalambo Nehri, Zambiya

Tek bir buluntunun, bilim insanlarının geçmişte insanoğlunun el becerilerine ilişkin görüşlerini, yaklaşık yarım milyon yıl öncesine tarihlenen dünyanın bilinen en eski ahşap yapı örneğinin keşfi kadar radikal bir şekilde değiştirmiş olması pek nadirdir. Bilinçli olarak yapılmış bir çentikle birbirine kenetlenmiş iki kütük parçası, Liverpool Üniversitesi’nden arkeolog Larry Barham liderliğindeki bir ekip tarafından Zambiya’nın Kalambo Nehri’nin kıyı kesiminde toprak altından çıkarıldı. Araştırmacılar, kütüklerin bir yürüyüş yolunun ya da sulak alanlar üzerine inşa edilmiş bir platformun temelini oluşturmuş olabileceğini düşünüyor. Bu keşiften önce, günümüze ulaşan en eski ahşap yapıların, yaklaşık 11.000 yıl önce Kuzey İngiltere’de yaşayan insanlar tarafından yapılmış olduğu kabul ediliyordu.

En eski ahşap yapı detayı (solda), Kalambo Nehri, Zambiya ve Bilinçli olarak açılmış bir çentik (sağda)

İlk modern insanın ortaya çıkışından yaklaşık 150.000 yıl öncesine tarihlenen 476.000 yıllık kütük yapının arkaik insan türü Homo heidelbergensis tarafından yapıldığına inanılıyor. Paleoantropologlar, Homo heidelbergensis türünün son derece hareketli doğası olduğunu düşünseler de, homininlerin yarı kalıcı bir yapı inşa etmek için emek harcamış olması, daha önce gözlemlenmemiş büyük ölçekte bir çevresel değişikliğe işaret etmesi bakımından ilginçtir. Barham, “Arkaik insanların çevrelerini bu kadar büyük çapta manipüle ettiklerini daha önce görmemiştik” diyor. “Bu, manzara üzerinde tek bir noktaya bağlılık olduğunu gösteriyor.”

Soldan sağa: Kama şeklindeki ilkel alet, kazı yapmak için kullanılan çubuk ve düzleştirilmiş kütük parçası

Araştırma ekibi ayrıca, aynı arkeolojik alanda 390.000 ile 324.000 yıl öncesine tarihlenen taş baltalar ve dört ahşap ilkel alet daha ortaya çıkardı. Bu aletler arasında kazı için kullanılan bir çubuk, kama şeklinde bir ilkel alet, çentikli bir dal ve düzleştirilmiş bir kütük de bulunuyor. Barham, kütüğün üzerindeki izlerin bir tezgâhtaki alet çentiklerine benzediğini ve yaratıcı bir Homo heidelbergensis ahşap işçisinin yapmış olduğu ve olabilecekleri başka yapıların potansiyel varlığı hakkında varsayımlara yol açtığını belirtiyor.

Mağaradaki Kılıçlar

Ein Gedi, İsrail

Mağara ve kılıçlar, Ein Gedi, İsrail

İsrail Eski Eserler Kurumu’ndan arkeologlar, Ölü Deniz kıyısında yer alan antik Ein Gedi yerleşimi civarında bir mağarada, demirden yapılmış ve son derece iyi korunmuş dört Roma kılıcı ortaya çıkardı. Araştırmacılar için gözlerden uzak bir uçurumun yaklaşık 500 metre yukarısında yer alan mağaraya ulaşmak bile epeyce zor olmuştu. Kılıçlara ulaşmak için mağaranın üst bölümündeki dar bir yarıktan geçmek gerekiyordu. Uzunlukları 43 ile 64 cm arasında değişen üç uzun kılıç, Roma atlı ve piyade birliklerinin başlıca silahı gladius‘un yerini alan spatha kılıçları olarak tanımlanmaktadır. Dördüncü kılıç, MS birinci yüzyıldan itibaren antik Yahudiye eyaletinde görev yapan Romalı askerler tarafından yaygın olarak kullanılan bir tür halka kabzalı kılıçtır. Kılıçların üçü, bulunduklarında orijinal ahşap kınlarının içlerindeydiler.

Ahşap kınlı kılıç

Kılıçların niçin mağarada tutulduğuna ilişkin olarak henüz elde kesin bir bilgi yok ancak girişin yakınında bulunan ve üzerinde “Kudüs’ün özgürlüğü için” yazılı bronz bir sikke bize bir ipucu vermekte. Sikke yaklaşık MS 134 veya 135 yıllarına ait. Bu tarih, Yahudilerin Roma yönetimine karşı ayaklandığı Bar Kohba Ayaklanması (132-136) dönemine denk geliyor. Araştırmacılar, isyana katılan kişilerin kılıçları Romalı askerlerden ele geçirmiş ve daha sonra başka çatışmalarda kullanmak üzere mağarada saklamış olabileceklerini düşünmekte.

Renkli Dua Tasviri

Eski Dongola, Sudan

Kral Davut’un resmi, Eski Dongola, Sudan

Varşova Üniversitesi Akdeniz Arkeoloji Merkezi’nden bir grup, Orta Çağ Nübye Mukurra Krallığı’nın (yakl. MS 400-1400) merkezi olan Eski Dongola’da on altıncı yüzyıldan kalma bir evi araştırırken, zeminin altında esrarengiz bir dizi odaya rastladı. Bu odalardan birinde, sadece 1 m genişliğinde ve 3 m uzunluğunda dar, tonozlu bir alanda, on üçüncü yüzyıla ait olduğu düşünülen daha önce örneklerine rastlanmamış resimler ortaya çıktı. Bu resimlerden biri Meryem Ana’yı tasvir ediyor, bir diğerinde ise baş melek Mikail’in bir Nübye kralını kucakladığı ve onu bir bulutun üzerinde oturan ve kralın öpmesi için elini uzatan İsa’ya sunduğu bir sahne resmedilmiş. Ekip lideri Artur Obłuski şöyle diyor: “Ölümlüler ve ölümsüzler arasında etkileşim veya teması resimlerle ifade etmekten kaçınan tipik Bizans Hristiyan sanatı için tamamen alışılmadık bir durum bu.”

Renkli Meryem Ana tasviri, Eski Dongola, Sudan

Araştırmacılar bu tasvirin Mukurra tarihindeki önemli bir olayla bağlantılı olduğunu düşünüyorlar. Tabloya eşlik eden Eski Nübye dilindeki yazıda Davut adında bir hükümdardan bahsedilmekte ve şehri koruması için Tanrı’ya yakarılmaktadır. Obłuski’ye göre, eserin on üçüncü yüzyılın sonlarında bilinmeyen nedenlerle Mısır Memlûk Sultanlığı’na bir saldırı başlatan Nübye Kralı Davut’u tasvir ediyor olması muhtemeldir. Başlangıçtaki başarıya rağmen Memlûkler 1276’da şiddetle misilleme yapmış ve Dongola’ya doğru ilerlemişlerdi. Obłuski “duvar resmini ve yazıtını bir dua, Memlûk ordusu yaklaşırken Tanrı’ya yakarış” olarak yorumlamaktadır. “Burada kral, sevdiği şehri, Dongola şehrini koruması için Tanrı’ya dua ediyor” diyor. Ne yazık ki Memlükler Dongola’yı yağmaladıkları ve nihayetinde Kral Davut’u yakalayıp idam ettikleri için bu yakarışın işe yaramadığı anlaşılıyor.

Mezoamerika’nın Kutsal Kalıntıları

Mexico City, Mexico

Taş Sandık, Meksika Templo Mayor

Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden arkeolog Leonardo López Luján, içinde Aztek ya da Meksika’nın başkenti Tenochtitlan’ın merkezinde bulunan devasa piramitlerin de yer aldığı Templo Mayor’un bir matruşka gibi olduğunu söylüyor. “Bir Mezoamerika piramidinin içini kazdığınızda, daha eski ve daha küçük başka bir piramit buluyorsunuz” diyor. López Luján ve ekibi, toplam 13 katmanın dokuzuncusunda, Templo Mayor kompleksinin kendisi gibi volkanik taştan yapılmış kat kat küçük bir sandık ortaya çıkardı. Sandığın içinde, deniz kumu, bir çift çıngıraklı yılan biçimli âsâ, yüzlerce yeşil taş boncuk ve deniz kabukları, salyangozlar ve mercan gibi çeşitli deniz canlıları ile su ve bereketi temsil eden Aztek sembolleri ve mükemmel korunmuş 15 adet antropomorfik figürin buldular. Sandığın bulunduğu katman, I. Moctezuma (h. 1440-1469) döneminde tapınağın en görkemli genişlemelerinden birini yaşadığı 1454 yılına tarihlenmektedir. Ancak figürinler o tarihte zaten 1.000 yaşındaydı ve Tenochtitlan’a yaklaşık 200 mil uzaktaki bir yerden getirilmişlerdi.

Templo Mayor Sandığı ve el ürünü objeler, Templo Mayor, Meksika

Bu tür figürinler tipik olarak MÖ 500’lerden MS 680’lere kadar, günümüzde Meksika’nın güneybatısındaki Guerrero eyaletinde bulunan bir bölgede yaşayan Mezcala halkının elinden çıkmadır. Aztekler, en kutsal mekânlarında bu nesneleri boyayla süsleyerek ve yağmur tanrıları Tláloc’a adak olarak sandık içinde sunarak kendi kültürlerinde yaşatmışlardır. López Luján, “Tenochtitlan Mezoamerika dünyasının merkeziydi,” diyor. Objeler imparatorluğun her eyaletinden ve hatta sınırlarının ötesinden getiriliyordu. “Mezcala figürinleri Aztekler tarafından geçmişten gelen kutsal emanetler olarak görülüyordu” diyor. “Bu sunuların çoğu kozmogramlar ya da Aztekler tarafından tasarlanan evrenin minyatür temsilleridir. Sandık ve içindekiler, Tlalocan olarak bilinen ve Templo Mayor’da yeniden yaratılan, yağmur tanrısının su ve rızkı koruduğu efsanevi bir ülkeyi sembolize ediyordu.”

İlgili Yazılar

Sibirya’daki Avcı-Toplayıcı Kaleleri

Hantı-Mansi Özerk Bölgesi, Rusya

Neolitik dönemden kalma müstahkem yerleşim alanı, Sibirya

Araştırmacılar, dünyanın en eski kalelerinin MÖ 6000 yıllarında Neolitik avcı-toplayıcılar tarafından Batı Sibirya’nın tayga bölgesinde inşa edildiğini keşfettiler. Arkeologlar uzun zamandır bölgede yerleşik bulunan insanların çitler, setler ve hendeklerle korunan müstahkem yerleşimlerde yaşadığını biliyorlardı ancak bu tür yerlerin MÖ 1000 civarındaki Erken Demir Çağı’ndan daha eski olmadığını düşünüyorlardı. Daha sonra, 1980’lerde benzeri bir bölgeden elde edilen radyokarbon verileri, o bölgede böyle bir tahkimatın bin yıl önce, Neolitik dönemde inşa edildiğini söylüyordu. Bu sonuç araştırmacıları şaşırttı ve dönemin avcı-toplayıcılarının bu kadar ayrıntılı savunma yapıları inşa edebilecek kadar gelişmiş olup olmadıkları gibi bir sorunun izini sürmeye başladılar. Rusya Bilimler Akademisi Tarih ve Arkeoloji Enstitüsü’nden arkeolog Ekaterina Dubovtseva, kendisi ve Berlin Özgür Üniversitesi’nden arkeolog Henny Piezonka liderliğindeki bir ekiple birlikte 20 müstahkem tayga yerleşimi üzerinde yeni birtakım radyokarbon tarihleme çalışmaları yürütüldü. Elde edilen bulgular, Neolitik avcı-toplayıcıların yaklaşık 8.000 yıl önce bilimsel olarak tarihlendirilen en eski kaleleri inşa ettiğini doğruladı ve bu tür yapıların zaman çizelgesi hakkında daha önceki düşünceleri kökünden değiştirdi.

Neolitik döneme ait müstahkem yerleşim yerinde yanmış yapı kalıntısı, Sibirya

Dubovtseva, Neolitik dönemde elverişli iklim koşulları nedeniyle tayga nüfusunda önemli bir artış görüldüğünü söylüyor. “Batı Sibirya’nın iklimi bugün bize oldukça sert ve acımasız görünse de,” diyor Dubovtseva, “avcı-toplayıcılar ve balıkçılar için burası gerçek bir cennetti.” Nüfustaki artış gerginliklere yol açmış ve Neolitik toplulukları, kışlık köylerini tahkim etmeye yöneltmiş olabilir. Dubovtseva, Orta Çağ ve erken modern dönemlere ait yazılı anlatılar ve sözlü tarihin, Batı Sibirya’daki yerli halkın komşu topluluklardan gelebilecek olası saldırılara karşı kalelerde yaşadığını gösterdiğini söylüyor. “Belki de,” diyor Dubovtseva, “bu erken Neolitik yerleşimler bu tür davranışların tarihsel nedenlerini yansıtıyor.”

İnka İşçilerinin Anayurtları

Machu Picchu, Peru

Baş şeklinde kulpu olan seramik tabak

Machu Picchu, Peru, Urubamba Vadisi’ndeki bir dağ sırtında yer almaktadır ve başlangıçta İnka imparatoru Pachacuti’ye (h. 1420-1472) ait daha büyük bir kraliyet arazisi içinde bir saray olarak inşa edilmiştir. İmparator ve yakın çevresi 45 mil uzaklıktaki başkent Cuzco’da ikamet ederken burası, bütün yıl boyunca hizmet eden  zanaatkârlar ve dini uzmanlar vb. gibi işinin ehli çeşitli hizmetlilerden oluşan bir ekip tarafından yönetiliyordu. Bu hizmetlilerin kim oldukları ve kökenleri uzun süredir gizemini korumaktadır. 1912 yılında kâşif Hiram Bingham, saray kompleksinin dışında bu kişilere ait 100’den fazla mezar yeri ortaya çıkarmıştır. Bunlardan bazıları, hem taşralı İnka hem de İnka olmayan tarzları yansıtan tasarımlarla süslenmiş, Amazon kıyafetleri ve İnka kıyafetlerine benzeyen giysiler içindeki insanların resimlerinin yer aldığı seramik tabaklarla birlikte gömülmüştür.

Baş şeklinde kulpu olan seramik tabak

Yale Üniversitesi arkeologları Richard Burger ve Lucy Salazar’ın Tulane Üniversitesi arkeoloğu Jason Nesbitt ve Santa Cruz Kaliforniya Üniversitesi biyolojik antropoloğu Lars Fehren-Schmitz ile birlikte yürüttüğü yeni bir araştırmada, Machu Picchu’da hizmetli olarak görev yapan 34 kişiyle ilgili bir genetik inceleme yapıldı. Araştıma, günümüz kuzey Ekvador’undan Kuzey Arjantin’e ve Şili’nin bazı bölgelerine kadar uzanan geniş İnka İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerinden seçilen hizmetlilerin şaşırtıcı bir çeşitlilik sergilediğini ortaya koydu. Burger’e göre bu keşif, Amazon bölgesiyle İnka İmparatorluğu arasında daha köklü bir entegrasyonuna işaret ediyor ve Amazon halkının İnka ile sadece uzak ticari ilişkileri olduğu geleneksel anlayışa karşı çıkıyor. Sadece bir anne-kız dışında diğer bakıcıların soy bağlarının olmaması, Machu Picchu’ya aile veya topluluk gruplarının bir parçası olarak değil, ayrı ayrı yerleştirildiklerini düşündürmekte. Fehren-Schmitz ayrıca, erkek hizmetlilerin çoğunun dağlık bölgelerden geldiğini, kadınların büyük bir kısmının ise ova ve kıyı bölgeleriyle bağlantılı olduğunu vurgulamıştır. Bu demografik çeşitlilik, Machu Picchu’da bulundukları dönemde bu kişilerin yeni aile bağları kurduklarını ve çocuk sahibi olarak etnik çeşitlilik gösteren bir topluluğun gelişimine katkıda bulunduklarını göstermektedir.

Seramik şişe

Dünyanın En Eski Kitabı

El Hibe, Mısır

Papirüs parçası, vergi kaydının yer aldığı yüzü

10×6 inç boyutlarındaki bir papirüs parçasının araştırmacılar tarafından dünyanın ilk kitabının bir parçası olduğuna inanılıyor. Ofisleri, kütüphaneleri ve evleri süsleyen sayısız cilt gibi bu eser de bir dizi dönüşüm geçirdi. 1902’de El Hibe bölgesinde çok sayıda papirüsle birlikte ortaya çıkarılan parça, başlangıçta MÖ 260 yılına ait, siyah mürekkeple ve Yunan harfleriyle bira ve yağla ilgili vergi oranlarının yer aldığı ciltli bir belgenin parçasıydı. Daha sonra cildinden çıkarılmış ve bir mektup olarak gönderilmiş, ardından da başka değişikliklere uğrayarak, aralarında şahin başlı tanrı Horus’un oğlunun da bulunduğu boyalı resimlerle süslenmiş ve Ptolemaios döneminde (MÖ 304-30) mumya sargısı olarak yeniden kullanılmış olduğu anlaşılıyor.

Papirüsteki raptiye deliği

Graz Üniversitesi’nden konservatör Theresa Zammit Lupi başkanlığındaki bir ekip, mikroskobik ve multispektral görüntüleme kullanarak kitabın oluşturulma sürecini çözdü. Zammit Lupi şöyle açıklıyor: “Elinizde ikiye katlanmış, üzerine yazı yazılmış ve bir kitapçık haline getirilmiş düz bir papirüs yaprağı var” diyor. “Ortadan katlanmış sayfalar, iki şeyi birleştirmek için kullanılan, modern bir halkalı tutucuya benzer esnek raptiyelerle tutturulmuş.” Zammit Lupi şu sonuca varıyor: “Bu kitap, işlemlerin nasıl gerçekleştiğinin, insanların nasıl yaşadığının, yazdığının ve birbirlerine nasıl bilgi aktardığının bir göstergesi olabilir. En önemlisi, parşömenin yanında bu şekilde bir kitabın düşündüğümüzden çok daha önce var olduğunu öğrenmiş olduk.” Antik elyazmasının varlığına dair doğrulayıcı kanıtlar, bazıları hâlâ iplik kalıntıları taşıyan raptiyelerin deliklerinde ve ortadaki kat boyunca simetrik mürekkep transferinde yatıyor. Zammit Lupi’ye göre, hesapları yapan bir görevli muhtemelen ikili yaprağı kitaptan ayırmış, bir mektup gibi katlayıp mühürlemiş ve ardından bir alacaklıya veya borçluya vermiş. Bu keşif, daha önce bilinen en eski kitabın MS birinci ya da ikinci yüzyıla ait olması nedeniyle, ciltçiliğin kökenlerini yüzyıllar öncesine götürüyor.

Papirüs parçası, mumya sargısı tarafı

İmparatorluk Hayvanat Bahçesi

Xi’an, Çin

En üstten itibaren: Dev panda gömüsü, Xi’an, Çin; dev panda; kaplan gömüsü, Xi’an, Çin; kaplan

Arkeologlar, Çin’in Xi’an kentinde, Batı Han Hanedanlığı (MÖ 206-MS 9) dönemine tarihlenen bir kraliyet mezar kompleksinin yakınlarında, Çin Xian Panda Kaplan Mezar Kompleksi olarak bilinen dikkat çekici bir bulguya ulaştı. Kazıda, aralarında şimdiye kadar bir Çin mezarında keşfedilen ilk eksiksiz dev panda ve tapir iskeletlerinin de bulunduğu 400’den fazla kurban edilmiş hayvan ortaya çıkarıldı. Çıkarılan 41 farklı nadir tür arasında yak, kaplan, kaplumbağa, yeşil tavus kuşu, kırmızı taçlı turna ve kalkık burunlu maymun da vardı. Bu hayvanlardan bazıları kendi mezar objeleriyle birlikte gömülmüştü. Shaanxi Arkeoloji Akademisi’nden arkeolog Hu Songmei tarafından “Çin tarihinde eşi benzeri görülmemiş” olarak tanımlanan hayvan kurbanı muazzam boyutlardaydı. Hayvanlar, başları İmparator Wen’in (h. MÖ 180-157), MÖ 155 yılında vefat eden annesi Eş Bo’nun ve diğer kraliyet mezarlarına bakacak şekilde konumlandırılmıştı. Muhtemelen Güneydoğu Asya’dan haraç olarak alınan bu nadir türler, statü sembolleriydi ve imparator ile annesine öbür dünyaya kadar eşlik etmeleri amaçlanmıştı.

Bir tapir gömüsü, Xian (solda) ve Tapir (sağda)

Kemancı Tiyatrosu

Roma, İtalya

Neron’un tiyatrosu, Roma, İtalya

Neron’un İtalya’nın Roma kentindeki tiyatro çalışmaları belirgin özellikler taşıyordu ve özel mekânı, annesinin Vatikan yakınlarında sahip olduğu ve günümüzde Vaticano olarak anılan zengin bir mülk olan Agrippina Bahçeleri’nde bulunuyordu. Roma imparatorları, askeri ve diplomatik beceriler sergilemek, kalıcı felsefi incelemeler yazmak ve anıtsal yapılar inşa etmek gibi çeşitli başarılarla bilinmektedir. Neron (h. MS 54-68) sadece yetenekleriyle değil, şarkı söyleme gibi tutkularıyla öne çıkmaktaydı. Tarihi kayıtlar Neron’un vokal yeteneklerini sık sık günümüzde Vaticano olarak bilinen bölgede annesine ait lüks bir villa olan Agrippina’nın Bahçeleri’nde inşa ettirdiği bir tiyatroda sergilediğini göstermektedir.

Tiyatronun oturma yerlerinin zemini ve duvarları, Roma, İtalya

Romalı tarihçi Tacitus, Neron’un bu mekândaki gösterilerinden, muhtemelen MS 64 yılının Temmuz ayında Roma yanarken imparatorun Truva’nın düşüşü hakkında şarkı söylediği bölüm sırasında bahsetmektedir. Yapı bakıma muhtaç hale gelmesine rağmen, arkeologlar bir Rönesans bahçesinde kalıntılarını keşfedinceye kadar tam yeri bir gizem olarak kaldı. Dikkat çekici kalıntılar arasında 138 metre genişliğindeki yarım daire şeklindeki oturma yerleri ile giriş ve merdivenlerin yer aldığı dikdörtgen bir alan bulunmakta. Bitişikteki bir başka bina ise dekor ve kostümler için depo olarak kullanılmış olabilir. Her iki yapı da ilk beş Roma imparatorunun hüküm sürdüğü  Julio-Claudian döneminden (MÖ 27-MS 68), özellikle de Caligula (M.S. 37-41) ve Nero dönemlerinden kalma tuğlalar kullanılarak inşa edilmiştir. Neron’un tiyatrosu, şehirdeki iddialı inşaat projelerinin sadece bir bölümüydü ve abartılı özel zevk sarayı Domus Aurea’nın veya Altın Ev’in inşasını da kapsıyordu. Domus Aurea gibi Neron’nun tiyatrosunda da çeşitli renklerde mermer sütunlar ve kazılar sırasında birçok örneği ortaya çıkarılan altın kaplamalı sıva gibi gösterişli dekorasyonlara sahipti. Roma Arkeoloji Müdürlüğü’ne bağlı arkeolog Marzia Di Mento, bu keşfin “Agrippina Bahçeleri’nde tuğladan bir tiyatronun varlığını doğrulamak ve kesin yerini belirlemek” gibi ikili bir amaca hizmet ettiğini belirtiyor.

Altın kaplamalı dış sıva

Çeviri: Sinan Akbaytürk

Kaynak archaeology

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

1 yorum
  1. Fatih diyor

    Teklifinize çok ilgiliyim, lütfen bana telefon edin veya WhatsApp’tan yazın +905495577557

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More