Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

Okuyunca “Gerçekten mi?” Dedirtecek; Eski İstanbul’dan Bir Takım Unutulmuş İncelikler

Köklü geçmişimiz bünyesinde birçok incelik barındırıyor ve bunlar günlük yaşantımızın arasında unutulan değerlerimiz olarak göze çarpıyor. Hadi gelin hep beraber yeniden hatırlayalım.

0 1.877

Çiçekler ve Mesajlar

Bir zamanlar evin camına konan çiçeklerin doğa sevgisi ve estetik merakından çok daha fazlasını anlattığını biliyor muydunuz? Söylenen o ki; eğer bir evin camında sarı çiçek varsa “evimde hasta var, ey satıcılar veya sokaktan geçenler; lütfen bizi yüksek sesle bağırıp rahatsız etmeyiniz.” demekmiş. Çiçekler eğer sarı değil de kırmızı ise bu “Evde evlilik çağında bir kız var; evin önünden geçerken konuşmalarınıza dikkat edin, hanımefendiyi mahcup etmeyin.” demek oluyormuş.

Erkekler, kadınlara hediye olarak ayna alırmış ki, bunun anlamı “Sana senden daha güzel verilebilecek bir hediye yok” demek olurmuş.

Gurbette olan bir yakınını özlediklerinde “Tek canı sağ olsun da yel essin kokusu gelsin yeter” der başkalarının üzülmesine sebep olmazlarmış.

Toplulukta gereğinden yüksek sesle konuşup etraf rahatsız edilmez; her daim bir söyle beş dinle diye nasihat edilirmiş.

Canlı Cansız Her Şeyin Bir “Hatırı” Olması

Eskiden evlerde “ışığı yak” denmezmiş. Yakmak olumsuz bir kelime olarak algılandığı için onun yerine “ışığı uyandır” denilirmiş. Gece vakti yatacakları zaman ise “lambayı ya da mumu söndür.” Yerine; herhangi bir olumsuzluk çağrıştırmaması için “lambayı dinlendir” denilirmiş.

Misafirperverliğin Böylesi

Eskiden eve misafir geldiği zaman ev sahibi onların ayakkabılarının burunlarını dışarıya doğru değil de içeriye doğru çevirirmiş. Çünkü kapıya doğru, gitmeye hazır ters duran ayakkabılar yerine bu ucu içeriye dönük duran ayakkabılar, “Biz sizin misafirliğinizden çok hoşnut kaldık, evimizi yeniden şereflendirmenizi bekleriz” demek olurmuş.

O zamanlar evlerde zil de yok tabii. Misafir gelince tokmakla kapı vuruluyor. İşte bu kapı tokmakları çift halkadan oluşurmuş. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı ise ince bir ses çıkartırmış. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerideki ev sahibi gelenin erkek olduğunu anlar, kapıyı ona göre mahremiyete uygun olarak -ya da tercihen evde erkek varsa evin sahibi olan erkek- açarmış. İnce sesli tokmak vurulur ise, gelenin kadın olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açarmış.

Ve Türk Kahvesi ritüelleri…. Eskiden eve bir misafir geldiği zaman kahvenin yanında su ikram edilirmiş. Belki bunu şimdi de uygulayanlarımız var ama acaba bunun ne anlama geldiğini gerçekten biliyor muyuz?… Siz öyle “ağızda kalan telveyi temizlesin diye” falan açıklamaya başlamadan önce hemen anlatalım: O zamanlar kahvenin yanında su olması misafir aç ise suyu, tok ise kahveyi önce eline alması içinmiş. Eğer suyu almışsa ev sahibi bunu çok ince bir üslupla anlar, hemen sofrayı kurar ve misafirin karnını doyururmuş. Böylece “Aç mısın? Bir şey yer misin?” diye sorup gelen konuk boş yere incitilmezmiş.

Fast food şöyle dursun; evde asla -çocuklar dahil hiç kimse- ayakta yemek yemez; hep birlikte mutlaka sofraya oturulur ve evin en büyüğü başlamadan yemeğe başlanmazmış.

Misafire su vermenin bile bir adabı varmış. “Haydi aldım bardağı içtim bitti…” Öyle kolay değil: Birine su verirken maşrapanın ya da bardağın kulpunu su içecek kişinin sağ elinin olduğu tarafa çevirirlermiş ki misafir suyu kolayca tutabilsin… Ayrıca üzerine damlatmamak için bardağı iki eliyle alttan tutarak sunmak da bu adabın bir parçasıymış. Suyu alan kişinin de bu ritüelde kendine has görevleri varmış elbette: O da suyu mutlaka sağ eliyle alıp “yüreğine zahmet vermemek için” yavaş yavaş içermiş. Su verenler de boşalan bardağı yine yavaşça (altın kelime bu) aldıktan sonra sıhhat ve afiyet dilemeliymişler ki, su içen kişi nefes alıp karşı tarafa rahat bir cevap verebilsin, şöyle bir soluklansın…

Aşırı et tüketilen yemeklerin sonunda bol ritüelli su ve kahve ikramları da kar etmezse; bozulmaya başlayan sindirim sistemini düzeltmek için her evde mutlaka turunç reçeli bulundurulur ve ağır yemeklerin üzerine mutlaka bu reçelden tüketilirmiş. Modern zaman diyetisyenlerine duyurulur!

İlgili Yazılar

Mektep Seyirleri ve “Kapamalar”

Eski İstanbul’da İlkbahar geldiğinde ve okullar kapandığında öğrenci olan çocukları mesireye, yani piknik yapılacak yeşillik alanlara götürmek bir başka güzel gelenekmiş. Tenteyle örtülmüş, defne yapraklarıyla süslenmiş öküz arabalarından bir alay oluşturulur; onların seslerini duyan halk da sokağa çıkar, eğlenceye katılır ve çocukları yolcularmış. Bu eğlenceler en çok da Veliefendi Çayırı’nda olurmuş. Çocuklara etli pilav, bademli ya da sütlü helvalar verilir, çevredekilere de ikram edilir; palyaçolar çocukları eğlendirirmiş. Bu eğlencenin adının “kapama” olmasının sebebi ise, o dönemlerde okullar kapanırken kapama parası verilmesi ve bu para ile okulların masrafının karşılanıp durumu olmayan öğrencilere de ayakkabı ve giysiler alınmasıymış.

Komşusuyla, Sokak Hayvanıyla Bir Mahalleyi Sevmek

Mahallenin bakkalında, manavında bir çeşit veresiye defterine benzeyen “Zimem” adında defterler olurmuş. Parası yetmeyip ödemelerini yapamayanlar vakti gelince ödenmek üzere borçlarını bu defterlere yazdırırmış. Toplumda durumu iyi olan kimseler ise zaman zaman -özellikle de bayram seyran gibi özel günlerde- bu dükkânlara gider ve zimem defterlerinden rastgele sayfalar kopartıp defterde adı yazan borçlu kimseler için “Bu kişinin borçlarını silin, ben onun adına ödemesini yapıp borcunu kapatıyorum.” derlermiş. Borcu olan, borcunu kimin ödediğini; borcu ödeyen de kimin borcunu ödediğini bilmezmiş. Daha harika bir mahalle dayanışması duydunuz mu?

Zimem defteri

Zimemden sonra gelelim “Sadaka Taşları”na… Şimdikinin tam aksine fakirin dilenmekten, zenginin ise riya ve gösteriş yapmaktan hiç haz etmediği o günlerde sadaka taşları, tıpkı zimem defterleri gibi iyilik hareketini isimsiz yaymak için ortaya çıkmış harika fırsatlar olarak görülürmüş. Taş bloklardan oluşan, ortası çukur, bir buçuk-iki cm yüksekliğindeki bu taşlar, sosyal dayanışmanın bir parçası ve fakirlerin umut kapısıymış. Mahallede maddi durumu daha iyi olan kimseler sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırmış. Bir elin verdiğini diğeri görmez; huzur içinde yaşayıp giderlermiş. 2021 dünyasının gözünden bakınca sizce de kulağa epey masalsı gelmiyor mu…. Hem de gerçek olmasına en çok ihtiyaç duyduğumuz masallardan.

O zamanlar varlıklı da olsan mütevazi yaşanır, alışverişte cüzdandaki paranın görünmemesi için yan dönerlermiş.

Bunlardan da öte ve şaşırtıcı olarak; mahalledeki komşuları koruyup gözetmek de yetmemiş; kuşların uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde tedavilerini yaparak onları sürülerine yeniden yetiştirmek üzere çalışmalar yapmak üzere -öyle şimdiki gibi süs olsun diye kurulan yüzlerce vakfı düşünmeyin hemen; bunlar gayet de aktif çalışıyormuş- “Göçmen Kuşlar Vakıfları” kurulmuş. Bu vakıfların ödevleri, kuşların tedavileri dışında kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların ölmemesi için buz ve kar üzerine yiyecek bırakılmasından kuş evleri yapmaya kadar uzanırmış.

Yine mahalle ve komşuluktan söz etmişken komşularından biri vefat ettiğinde evlerde radyo açılmadığını, eğlence yapılmadığını, ocakta ne pişerse cenaze evine üç gün boyunca birer sahan yemek yollandığını ve hatta erkeklerin komşunun acısı varken kendini düşünmüş gibi görünmemek adına bir hafta sakal tıraşı olmadan dolaştıklarını da hatırlatalım.

Özel Günlerde

Ramazan bitiminde meyhaneciler Müslüman müşterilerine bayramın ilk gününde bir tabak midyeden “Bizi unutma dolması” yollar ve böylece işletmelerinin -örneğin Ramazan’dan sonra- yeniden açıldığını ince bir jestle müjdelermiş

Birkaç saniyemizi alan cep telefonu mesajlarının ya da pastaneden hazır kandil simidi alma ritüellerinin bile çok görülmeye başlanmasından yüz yıl kadar önce; kandil akşamları şehirde uçurtmalar uçurulurmuş. Uçurtma iplerinin bir ucu minarelerin şerefelerine, diğer ucu da yüksek bir yere bağlanırmış. Uçurtmacı uçurtmayı uçurur, seyirciler iyice birikince de kandil ipini bağlı olduğu yere kadar salıverirmiş. Bu esnada seyirciler de kandil kutusunun bir tarafına şeker gibi şeyler koyarak uçurtmacıyı bu güzel gösteri için ödüllendirirmiş.

Yazı: Nilsu Emre

İnstagram Hesabı: Eski Zaman Pikapçısı

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More