Nereye Dergisi
Arkeoloji, Tarih, Gezi, Seyahat ve Yaşam Kültürü Dergisi

İnceleme: Gökkuşağı Ülkesi Güney Afrika

Güney Afrika: Gökkuşağı Ülkesi’nde ülkenin karmaşık ve sancılı tarihine dalıyor, onun üç başkenti, sayısız yaşayan dili ve inancı olduğunu tanıklıklarla okuyor, bir de üstüne olağanüstü doğal güzelliklerine hayran kalıyorsunuz.

0 840

Güney Afrika: Gökkuşağı Ülkesi, herhangi bir gezi kitabı olmanın çok ötesinde imkanlar sunuyor. Çünkü söz konusu Güney Afrika Cumhuriyeti ise, ülke tarihi, çok çeşitli etnisite, dil ve inanış kapsayan kültürleri ve doğa koruma politikaları gibi konularla siyasete girmemek mümkün değil. Elbette bu çok çeşitliliği aktarmak için de engin bir gezi deneyiminin yanı sıra, akademik olarak çalışma disiplinine ve yeteneğine sahip olmak gerekiyor.

Yazar Güliz Elal, psikoloji alanındaki birikimiyle, gezilerinde karşılaştığı doğal hayat ve kültürleri yeniden yorumlayarak okur için haz dolu bir metin üretti. Örneğin şempanzelerin toplumsal ve bireysel özelliklerini anlattığı bölümde insanla paralelleri görmemek mümkün değil.

Güney Afrika Cumhuriyeti üzerine yazmak yürek ister. Belki de çoğumuz için Mandela ile başlayıp, yine onunla biten bu eşsiz ülke ve coğrafya üzerine bilgilerimizi güncellemenin zamanı geldi. Güney Afrika: Gökkuşağı Ülkesi’nde ülkenin karmaşık ve sancılı tarihine dalıyor, onun üç başkenti, sayısız yaşayan dili ve inancı olduğunu tanıklıklarla okuyor, bir de üstüne olağanüstü doğal güzelliklerine hayran kalıyorsunuz.

Şimdi, Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayınlanan yazarın bu ikinci eserinden kısa bir bölüm ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Yazının sonunda kitabın satış linkine ve detaylarına ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar.

2006 yılının şubat ayıydı. 13 bin km ve yirmi dört saat süren bir yolculuktan sonra, güneşin iliklerimi ısıttığı pırıl pırıl bir havada, ünlü Masa Dağı’nın üstünden Atlantik Okyanusu’na bakıyor ve kendi kendime “doğal konumu itibariyle dünyanın en güzel kentlerinden biri olmalı” diyordum. Bu gezi benim Sahra-altı Afrika’ya ilk yolculuğumdu ama itiraf etmeliyim ki özel bir ilgi, bilgi ya da merak nedeniyle önceden tasarlanmış ve hayali kurulmuş bir seyahat değildi.

İlk bakışta Cape Town bana pek de Afrika gibi görünmedi, Yeni Dünya’nın hemen her yerindeki gibi, Avrupalıların kurmuş olduğu ve refah içinde yaşadığı güzel iklimde güzel bir turistik şehri çağrıştırdı. Cape Town’ın Sydney, Oakland, Buenos Aires ya da New Orleans’dan farkı turistik yerler, restoran ve şık mağazalardaki müşterilerin hemen hemen tamamının beyaz; hizmet edenlerin hemen her zaman siyah olmasıydı. Aparteid sonrası ülkeyi siyahların yönetmesinin üstünden on iki yıl geçmişti ama biz turistik olarak sanki bir ‘beyaz’ ülkedeydik. İlk Cape Town gezisinin benim için önemli bir parçası, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1991’e kadar ersmen sürmüş olan, ırk ayrımına dayalı rejimin etkilerini doğrudan gözlemlemek oldu. Bu kitapta yer alan yolculuklarda bu konuya birçok kez geri döneceğim.

İlk gün ayağımızın tozu ile hemen ünlü Masa Dağı’nın yolunu tuttuk. Dağa çıktık deyince yanlış anlaşılmasın, yaya olarak tırmanmak mümkün ama biz teleferikle çıktık!

Adından da anlaşıldığı gibi dağın tepesi aynı bir masa gibi düz; 1000 küsur metre yüksekliğinde azametli ve çıplak bir dağ. 520 milyon yıl önce magmatik ve buzul hareketliliğiyle oluşmuş, dünyanın en yaşlı dağlarından biri. Bulutsuz günlerde dağ yüz elli kilometre uzaktan görülebiliyor. Bölgenin hakim klanı olan Khosaların dilindeki adı Hoerikwaggo, ‘denizdeki dağ’ anlamına geliyor çünkü yüzyıllar boyunca uzaklardan gelen denizciler, adeta denizin içinden yükselen dağı gördüklerinde karaya ve hedeflerine erişmiş olmanın sevincini yaşarmış.

İlgili Yazılar

Şehir merkezindeki Greenmarket Square sanıyorum kente ayak basan her turistik uğrak yeri, 1696 yılında bir saat kulesi yapılmasıyla birlikte burada bir meydan oluşmuş. Başlarda köle pazarıyken, kölelik kaldırılınca sebze pazarına dönüşmüş. 1950’lerde otopark olmuş, sonra da bitpazarı. Afrika’nın çeşitli yörelerinden getirilmiş maske ve hediyelik eşyanın yanısıra Pazar işi giyim kuşam ve ev eşyası satılıyor. Afrika’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş olan satıcılar müşterilerle sohbet edip, bilgi vermeye bayılıyor. Ama alışveriş düşünüyorsanız sıkı pazarlık yapılıyor. Meydanın civarında zevkli ve kaliteli el işleri ve özgün ürünler satan mağazaların yanı sıra çeşit çeşit kafeler var.

Güney Afrika’daki bir haftamızın dört gününü, kiraladığımız arabayla şehir dışında Atlantik kıyısı, Balina Sahili, Ümit Burnu ve Franschhoek’u turlayarak geçirdik. Nüfusun seyrek olduğu geniş bir bölgede, insan eliyle bozulmamış nefis ve etkileyici doğa manzaraları gördük. Geçtiğimiz ufak yerleşim merkezleri Avrupa mimarisiyle yapılmış, gözü okşayan ve refah düzeyi yüksek yerlerdi; bazılarında durup yemek yedik ve özgün tasarımlarla üretilmiş çeşitli objelerin satıldığı mağazalar gezdik. Cape Town ve civarı bu açıdan çok zengin bir yöre. Hem restoran kültürü fevkalade gelişmiş hem de her zevke hitap eden el sanatları görüyorsunuz -tablo ve heykelden takıya veya sabuna kadar.

Şehir dışında görmeye karar verdiğimiz son yer Güney Afrika’nın şarap üretim merkezi olan Winelands’in Franschhoek bölgesiydi. Etrafı dağlarla çevrili Franschhoek, Avrupa’nın tarım bölgelerini anımsatan yemyeşil, sakin, bakımlı, düzgün bir bağcılık yöresi. 1600’lerin sonlarında dini baskılardan kaçan 200 kadar Fransız Protestan buraya gelip yerleşmiş ve bağcılık yapmaya başlamış.

Winelands’e gelen herkes gibi biz de bağları ve şarap üreticilerini gezip, şarap tattığımız beş kişiden oluşan bir tura katıldık. O gece Franschhoek’da konakladık; tabii ki Mutlu yine ödevini iyi yapmış ve enfes bahçeler içinde eski bşr konağı andıran, restoranıyla ünlü bir otel seçmişti. Akşam yemekte ben devekuşu, Mutlu ise çiftlikte yetişmiş antilop eti yedi; her ikimiz de yemeklerimizin mükemmel lezzetler olduğunda hemfikir kaldık. Winelands’e ayıracak tam bir günü olmayanlar için bir alternatif, şehir içindeki Groot Constantia bağları ve şarap imalathanesi. 1685’te kurulmuş olan Groot Constantia’nın şarapları çeşitli ödüller kazanmış. Şaraplarını tadabiliyor; iki ayrı restoranında yemek yiyebiliyorsunuz.

Cape Town’un şahane ortamında yaşayanların haricinde bir de görülmesi gereken çok farklı yerler var. Beyaz ve beyaz olmayanların aynı şehir içinde, birbirine gayet yakın mesafelerde, yaşam şekli ve kalitesinde var olan bu muazzam fark Cape Town ve Güney Afrika’nın geri kalan her yeri için geçerli bir gerçek.  Güney Afrika’ya gidip de ülkeyi bu çevreden de görmemek hem haksızlık olur hem de ülkeyi anlama açısından eksik alır. Ülkenin kölelik tarihçesi, koloniyal yönetimler ve 1948-1994 arasında yasalarla tescilli ayrımcılık üzerine kurulu beyaz azınlık yönetimi, tüm halkları üzerinde hala daha hâkim olan derin izler bırakmış durumda. Bu nedenle bir sonraki bölümde Cape Town’a bu tarihin ışığında bakacağız.

Güliz Elal’ın akıcı kaleminden derlediğimiz bu kısacık bölümü sizlerle buluşturduk. Aşağıda vereceğimiz linklerden kitabın detaylarına ulaşabilirsiniz. Keyifli okumalar.

YENİ İNSAN YAYINEVİ SİTESİ İÇİN TIKLAYINIZ

SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ

 

İnceleme: Tolga Candur

Get real time updates directly on you device, subscribe now.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This website uses cookies to improve your experience. We'll assume you're ok with this, but you can opt-out if you wish. Accept Read More