Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Arkeoloji
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, arkeolojiye, eski eserlere ve müzelere özel bir ilgi duyuyordu. Hasta yatağında bile Türkiye'nin dört bir yanında sürdürülen arkeolojik kazıları yakından takip ediyordu. Arkeolojide bugün geldiğimiz noktada onun payı büyüktür
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, arkeolojiye, eski eserlere ve müzelere özel bir ilgi duyuyordu. Hasta yatağında bile Türkiye’nin dört bir yanında sürdürülen arkeolojik kazıları yakından takip ediyordu. Arkeolojide bugün geldiğimiz noktada onun payı büyüktür
Ülkemizde arkeolojinin bir bilim dalı olarak kurulup gelişmesinde ve ilk ulusal kazıların başlatılıp sürdürülmesinde, müzeciliğimizin gelişmesinde Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilgi, sevgi, teşvik ve desteğinin büyük payı vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş döneminde ulus kavramı, genel olarak ırk, dil ya da din yerine -Trakya ve Anadolu bir bütün olarak- toprağa bağlı olarak tanımlanmıştır. Geçmişe ırk, din, dil ya da kültür açısından ayrımcı/seçici olmayan bir anlayışla bakan Atatürk’ün ülke topraklarındaki tüm değerleri/birikimleri benimseyen yaklaşımı çağdaşlarından çok farklı bir ideolojiyi uygulamaya koymuştur. O dönemde yeni kurulan ülkelerin çoğu ulusal kimliklerini dil, ırk ya da din bağlamında ayrımcı/seçici bir anlayışla arkeolojik verileri çarpıtarak kanıtlamaya çalışırken Atatürk’ün arkeolojik kazıların verilerine dayanarak geliştirdiği yaklaşım, hiçbir ayrımcı/ön yargılı bakış içermeyen çağının ötesinde bir örnektir.
Çağdaş bir toplum için
Çağdaş bir toplum yaratma yolunda gerçekleştirdiği girişimler içinde Mustafa Kemal Atatürk’ün arkeolojiye, eski eserlere ve müzelere özel bir ilgi duyduğu; yeni kazıların yapılmasına, bu bilimin kurumsallaşmasına ve nitelikli uzmanların yetiştirilmesine de ayrı bir önem verdiği bilinmektedir.
Aramızdan ayrılmasının 76. yıldönümünde özellikle devlet başkanı olarak Atatürk’ün arkeolojiye ve kazılara olan yaklaşımını/yakın ilgisini bu yazımızda bazı belge, anı ve görseller eşliğinde kısaca hatırlatmak gerekirse; 1930 Martı’nda Antalya Müzesi’ni ve Aspendos Antik Tiyatrosu’nu gezmiş; Aspendos’ta söylediği “Tarihi eserleri yaşatabilmek için, bu eserlere maksatları istikametinde hayatiyet kazandırmalıyız” sözü bu konuda yıllar sonra bile yeterince uygulama imkanı olamamış bilinçli/örnek bir yaklaşımdır.
Ankara-Haymana yakınlarında Gavurkale Hitit dönemi ören yerindeki kazının onun isteği üzerine 1930’da H. von der Osten tarafından yapıldığı bilinmektedir. 1931 yılı başında çıktığı yurt gezisinde; 5 Ocak’ta Bursa Müzesi’ni, 3 Şubat’ta İzmir Müzesi’ni, 17 Şubat’ta Adana Müzesi’ni ziyaret etmiştir.
18 Şubat’ta Konya’ya gelmiş, Mevlana Türbesi ve Dergahı’nı, kentteki belli başlı Selçuklu ve Osmanlı devri eserlerini gezdikten ve bu anıtların içler acısı durumunu gördükten sonra, aynı gün Başbakan İsmet İnönü’ye (acele ve önemlidir kaydı ile) şu telgrafı çekmiştir: “Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri, eski ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim;
1) İstanbul’dan başka Bursa, İzmir, Antalya, Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm. Bunlarda şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza olunmakta ve kısmen de ecnebi mütehassısların yardımı ile tasnif edilmektedir. Ancak memleketimizin, hemen her tarafında emsalsiz kadim medeniyet eserlerinin ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan âbidelerin muhafazaları için müze müdürlüklerine ve hafriyat işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehasıslarına kat’i lüzum vardır. Bunun için Maarifçe harice tahsile gönderilecek talebeden bir kısmının bu şubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim.
2) Konya’da, asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabiyet içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk medeniyetinin hakiki şaheserleri sayılacak kıymette bazı mebâni vardır. Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip-Ata Medresesi, Cami ve Türbesi, Sırçalı Mescid ve İnce Minare, derhal ve müstacelen tamire muhtaç bir haldedirler. Bu tamirin gecikmesi, bu âbidelerin kâmilen inkirazını mucip olacağından evvelâ asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve kâffesinin mütehassıs zevat nezaretiyle tamirinin temin buyurulmasını rica ederim. Gazi Mustafa Kemal” Daha sonra da pek çok yerde kullanılan Atatürk’ün arkeoloji, kazılar ve müzeler ile ilgili bu sözü yukarıdaki telgraf metinden alınmıştır. İlk büyük ulusal kazımız Ahlatlıbel’den sonra
ilk büyük ulusal kazımız
Alacahöyük’ün başlamasında Atatürk’ün yakın ilgi ve desteği vardır. Bu konuda Afet İnan anılarında şunları aktarmaktadır: “Atatürk’e bu teşebbüsümüzü söylediğim zaman ‘Başlayınız, paranız yetişmezse ben veririm. Fakat muvaffak olmalısınız’ demişti. Alacahöyük, bakır devrinin altın, gümüş ve bakır eşyaları ve güneş kursları ile müzelerimizi zenginleştiren, Anadolu tarihine yepyeni ufuklar açan bir saha olmuştu. İlk çıkan Alaca-Höyük eserlerini Ankara’ya getirdik. Atatürk ve Başvekil İsmet İnönü büyük ilgi gösterip Türk Tarih Kurumu’nu bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik ettiler. Bu suretle kurumumuza hükümetin daha yakın yardım ilgisi sağlanmıştı.”
Alacahöyük kazısı ve Atatürk
Alacahöyük kazısının başarılı sonuçları ve arkeoloji, Atatürk’ün Meclis’te yaptığı yıllık konuşmalarında da yer almıştır:
“Tarih tezimizi reddedilmez delil ve vesikalarla ilim dünyasına tanıtan Türk Tarih Kurumu, memleketin muhtelif yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve beynelmilel toplantılara muvaffakiyetle iştirak ederek yaptığı tebliğlerle ecnebi uzmanların alâka ve takdirlerini kazanmıştır.” 1 Kasım 1933
“Tarih Kurumu’nun Alacahöyük’te yaptığı kazılar neticesinde, meydana çıkardığı, beş bin beş yüz senelik maddi Türk tarih belgeleri, cihan kültür tarihini yeni baştan tetkik ve tamik ettirecek mahiyettedir.” 1 Kasım 1936, TBMM
Atatürk’ün teşvik ve himayesi
Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk’ün ölümünden bir yıl sonra onun anısına ayrılmış Belleten’de (Cilt II, 1939, s.243), Atatürk’ün son günlerinde bile arkeoloji ve kazılarla ilgilendiğini, son gördüklerinin de Arif Müfid Mansel’in Trakya’da Vize Tümülüsleri’nde bulduğu ilginç eserler ile Belleten Dergisi olduğunu belirtmektedir: “Hafriyat işleri onun teşvik ve himayesi ile başarılıyordu. Hasta yatağında dahi Türk Tarih Kurumu’nun işleri ile alâkadar olmaktan zevk duyardı. Bir gün Trakya höyüklerinde son çıkan eserlerden bahsetmiştim. O kadar alâkadar oldu ki ‘o çıkan eserlerden bana getir, göreyim’ diye arzu gösterdi. Birkaç parça eşyayı müzeden alarak saraya götürdüm. Bay Fethi Okyar ile görüşüyordu. Eşyaları istedi, hepsini birer birer gördü. ‘Devam ediniz, memleketimizin kültür tarihi zenginliğini daha çok bulacaksınız’ diyordu.”
Başarımızı O’na borçluyuz
Atatürk’ün son sözleri içinde yer alan bu değerlendirme, daha sonra yetişen arkeologlarımız ve müzecilerimiz için ulaşılması gereken bir ülkü ve yerine getirilmesi gereken bir vasiyet olarak kabul edilmiştir. Yetişen yeni kuşaklar arkeoloji alanında pek çok başarıyı gerçekleştirmiş yeni kurulan üniversite bölümleri yeni açılan müzeler uluslararası açıdan saygın/bilinen bir konuma gelmişlerdir.
Bunun önemli bir göstergesi olarak son yıllarda arkeoloji alanında bilimsel açıdan önemli atılımların gerçekleştiği, kazı ve araştırmaların sayısı kadar, niteliklerinin de geliştiği izlenmektedir. Özellikle son 15-20 yıldır yeni yetişen arkeoloji kuşağı her yönden başarılı projeler yürütmekte, yerli kazı ve araştırmaların sayısı da her yıl yabancı ekiplerin önünde yer almaktadır.
Kaynak: Yurt Gazetesi
Yazan : Nezih Başgelen